24 Mayıs 2012 Perşembe

Eğer


Eğer elimde sihirli bir değnek olsaydı...
Kendimi en baştan yaratırdım biliyor musun? Sana diyorum sana, şu an bu satırları okuyan sana. Bakma bana öyle, kendimden öyle sıkıldım ki, sandığın gibi değil hiçbir şey.
Bunları okurken gözün fotoğrafıma ilişecek biliyorum, mutlu sanacaksın beni. Ama sana gerçek olan trajiyi anlatmamı ister misin? Sen göreceksin diye o kadar mutlu bakmışım orda...
Yani sırf, her kimsen beni mutlu gör diye, gülümsenmiş bir fotoğraf. Fotoğraflarda mutsuz gözükmeyi kim seçer ki? Hiçbir derdim hiçbir endişem yokmuş gibi göstermişim yüzümün aydınlık olan kısmını sana. Ama sana bilmediğin bir şey söyleyeyim mi? Ben senin her sabah aynadaki yansımanım. Hani uykusundan yeni kalkmış, gözleri şiş, saçları dağınık, ağzı kokan, yeni güne lanetler okuyan, hafif uykusuz ve üşengeç. Ben senin sabah halinim. Sen de benim,tüm hayatım. Ama sen beni okuyorsun, bense sana kendimi inandırmaya çalışıyorum.
Ben seni bilmiyorum, belkide seninle bir "merhaba" dan ötemiz olmamış hiç. Sen yazdıklarımı sevmişsin, ben sen sevdikçe yazmışım... Sırf daha fazla etkileyebilmek için seni, acılarımdan mezarlar kazmışım, ve şimdi sen bu mezarın başında, benim dualarımın üzerine dualar ediyorsun.Benim dualarımı okuyarak, olan biteni anlamaya , anladıkça haz almaya başlıyorsun. Sana diyorum sana, şu an da bu satırda içinden "acaba" diyen insana. Benim acılarımdan aldığın hazla, aptalca bir tebessümle okuduğun bu satırlar, sana kendi hayatını sorgulatıyor değil mi? Yoksa sende mi istedin her şeyi bırakıp köşe bucak kaçmayı? yoksa sen de mi istedin kilometrelerce uzağa gitmeyi, yoksa sende mi istedin nereye gidersen git, kendini oracıkta bırakmayı... Ben istedim biliyor musun? Hafızamla beraber gittiğim her yerde kendime yeni bir dünya yarattım. Ve eskisinden hiçbir farkı olmadı...
Elimde sihirli bir değnek olsaydı eğer, seni değiştirirdim.
Kendimi değiştirirdim.
Kaybettiğim bütün her şeyi geri isterdim. İlk okulda kaybettiğim kırmızı kalemlerimi bile !
Kurdelamı...
En sevdiğim çoraplarımı bile.
Eğer elimde sihirli bir değnek olsaydı, bunları hiç yazmamayı dilerdim.
En yakın arkadaşlarımın acılarını dahi silerdim...
Geçmişimin yontulmuş yanlarını...
Sınandığımı bildiğim halde sınanmak adına bir şey yapmadığım o günlerimi silerdim !
Kendimi öylece siler giderdim...
Bir sen kalırdın geriye...
Her sabah o aynanın başında, kendinden nefret eden bir sesle...
Bir sen kalırdın benden geriye, "yine mi ben?" derken düşündüklerinle.
Bir sen kalırdın benden geriye, "o aptal makinaya her gülümsediğinde..."

 Cansubulut
Mart11

Anlat

Anlat hadi,
Anlat da içimin bu sızısını dindir,
Dindir ki bakmayayım böyle insan
lara,
Bu kadar güvensiz,
Bu kadar boş,
Ve bu kadar korku dolu olmasın içim,
Bir şeyler anlat bana,
Örneğin;
Yağmuru anlat !
Gökyüzünü anlat bana!
Bir martı olmanın sevincini paylaşalım seninle rüyalara dalarken...
Bir bebeğin ilk ağlamasını anlat,
Bir kalbin nasıl sevilebileceğini anlat.
Bir kadının yahut bir adamın gözlerini anlat bana,
Yaşlı, yorgun, kırgın gözlerini !
Bir kedi ürkekliğiyle yaşamanın ne demek olduğunu,
Rakı şişesinde balık olmak isteyipte olamamayı anlat.
Yıllarını anlat bana.
Seni anlat.
Masal anlat bana masal!
Öyle güzel başlasın ki bu masal,
Dokunuşların gibi...
Öyle güzel sürsün ki bu masal,
Sevdan gibi...
Öyle güzel bitsin ki bu masal,
El ele uyumalarımız gibi.
Bir şeyler anlat bana sevdiceğim.
Seni anlat...
Beni anlat...
Bizi anlat.
Öğret bana tüm dünyayı,
Öğret bana yaşamayı.
Öğret bana mutlu olmayı !
Kalmayı anlat bana.
Gitmemeyi anlat.
Tek vücut olup , direnmeyi anlat...
Göstere göstere anlat sevdiceğim,
Bütün bunları yaşata yaşata anlat.
İkilemelere bağlı yaşayalım örneğin...
Seve seve...
Güle güle...
El ele...
Göz göze...
Biz Bize...
Aşk ile.
Sevda ile.
Bitmemesi dileğiyle.

Cansubulut.

Seni Yazacağım


Seni yazacağım bugün...
Bitmiş,
Tükenmiş,
Esir olmuş bir yüreğin,
Kurtarıcısı diye sesleneceğim sana,
Kelime aralarındaki , nefes alışlarımda tanıyacaksın beni...
Cümle sonlarına koyduğum noktalardan korkacaksın için için...
Seni yazacağım bugün...
Tükenmişliğimin içinden beni kurtardığın için,
Beklenmedik zamanların,
Beklenmedik mucizeleri olduğun için...
Seni yazacağım bugün...
Bütün şiirlerim diz çökecek önünde...
Af dileyecek senden çocukça...
Kime ait olduklarını unutacaklar usulca...
Sadece seni yazacağım bugün.
Masumca,
Çocukça...
Kadınca...

Cansubulut.

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Balık


Merhaba,ben bir balığım , rengarenk bir balık. Okyanuslarda yaşarım, denizlerden taşarım.
Öyle adım falan yoktur benim, balık işte. Hafızamla ünlüyüm. Neymiş efendim ," balık hafızasıymış"  Yalanda değil, unuturum her şeyi, büyük balıklar bana saldırsa hatırlamam sonradan olan biteni. Çocuklarımı bile nereye bıraktığımı hatırlamam ya neyse.Ama en çok koyan şudur bize, önce balık hafızası diyerek aşağılarsınız bizi, sonra neymiş efendim balık yağı iyiymişte, çocuklarınızın zekasını geliştirirmişte. Bunak bir canlının yağından medet uman sizsiniz. Komiksiniz değil mi?
Kıskanır herkes beni, dedim ya bir masum balık işte. Dünya dar gelir insanoğluna, benim kifayetsizce , kıvrılarak yüzmemi kaldıramaz hiçbiri ! Sonsuzdur benim evim çünkü, sizin dünyanızdan bile büyük yani. Öyle basma kalıp tiplerimizde yoktur bizim, tekirimiz,cam gözümiz, kedimiz , köpeğimiz,çöpçümüz bile var ! Ama burda hayat biraz garip, bizim köpekler ısırmıyor mesela. Direk yutuyor. Eğitemezsinizde onu, adı çıkmış bi kere. Denizlerin, katili derler ona. Hani sizde seri katil var ya o hesap anlayacağınız. Ve sizler, evet sizler, yani adına insan dediğimiz, koca dünyanın dar gelip , balık adam olmak için uğraşıp bizim evlerimizi ziyaret eden sizler... Ortak bir noktamız var ! Şimdi iyi dinleyin beni,
Sizdeki düzen gibi düşünün bizim dünyamızı. Büyük balık - küçük balık hesabı.
Ama biz sizlerden daha da mağdur durumdayız. Büyük balıklardan kaçtığımız yetmiyor, o insan oğlunun yarattığı oltalardan, ağlardan, zıpkın denen şeylerden kaçıyoruz bir de.
Valla zekanıza diyecek yok , denizde olabilmek için çok çalıştırıyorsunuz kafanızı !
Bizler karada nefes alamayız, bilirsiniz. Ama sizler, tanrının seçmiş olduğu canlılarsınız.
Büyük tüpler, paletler... Ama bir şeyi itiraf edebilr miyim, çok komik oluyorsunuz . Biz karaya çıkıp, insan taklidi yapsak nasıl olurduk? Takım elbiseler, etekler giysek?
Hem bizler, o kadar zekiyiz ki, sizi sizin topraklarınızda avlamıyoruz hiç. Siz bizim sularımıza giriyorsunuz, biz sizi öldürüyoruz. Sonra gazetelere manşet. Neymiş efendim, katil balinaymış, katil köpek balığıymış. Hayır yani, siz bizim sularımıza kadar girip, yavrularımızı, annemizi , babamızı, akrabalarımızı alın götürün o kocaman ağların içinde, bir de balık hallerinde,pazarlarda, büyük marketlerde satın bizi. Sonra üzerimize fiyat biçin , koyun bir zenginin önüne. Katil olmayın. Biz sizi öldürünce adımız çıksın. Yok efendim, sizlerde bizim için birer büyük balıksınız. Ama sizden de büyükler var bizim dünyamızda, en savunmasız olduğunuz yerde kıstırıveriyorlar sizi. Ve o gün, sular dünyasında bir bayram havası esiyor ki sormayın. Hani sizin, balık mevsimi diyerek ortalığa kendinizi atmanız kadar önemli yani !
Tanrı bize sonsuzluğu bahşetti diye ne kadarda sevinmiştik oysa, koskoca , masmavi denizler,okyanuslar bizimdi ! Size de bulaşmıyorduk ki, karaya çıksak ölür giderdik. Hani bizim balinalar nasıl atıyor kendini karaya... İntihar ediyor. Aslında sizde yapıyorsunuz bunu,
ya iflas ediyorsunuz, ya sevgilileriniz,eşlerinizden ayrılıyorsunuz. sonra çıkıp bir köprüye, kendinizi bizim dünyamıza bırakıyorsunuz. İnanın bana, başınızda ağıtlar yakıyoruz sizin.
Hatırlamadığımızdan olsa gerek, aşk için para için ölünür mü? diye sorguluyoruz önce.
Sonrası malum.
Neden ağıt yaktığımızı bile hatırlamıyoruz.
Aptallığınıza olsa gerek.
Ah birde bizi kocaman sulardan alıp, minicik bir kavanoza sokma çabanız yok mu?
Sizi bu dünyadan alıp, bir su bardağının içine koymak gibi olurdu bu !
Küçücük bir yerde dön anam dön. Arada bir minik minik yem ver. Tek başıma yaşat bana hayatı ! Bizi hem yiyorsunuz, hem süs olarak kullanıyorsunuz. Bu kadar mı seviyorsunuz denizleri anlamıyorum. Tadımız güzel olabilir, kolay yeniyor olabiliriz, tamam besin zinciri diyorsunuz, anlaştık. Ama nedir bu süs merakı, balıktan süs mü olurmuş arkadaş?
Bir keresinde beni de koymuştunuz bir şeyin içine, evin küçük çocuğuna hediye niyetine.
Allahım, balık hiç elle sevilir mi? ısırdım ben de onu, sanki çok canı yanmış gibi bastı feryadı.
O beni suyumdan alıp karaya çıkarınca benim canım hiç yanmadı sanki. Sonra beni hemen postaladılar. Bir an korktum yer bunlar beni diye, neyseki benim renklerim farklı !
Öyle renkliyim ki, yenilmeyeceğimi sanıyor hepsi. Japon balığı diyorlar bir de bana, gözlerim çekik sanki. Sanki Japonum ben.  Biz size bakıp hiç, aaaaa bu okyanus çocuğu diyor muyuz ?
Neyse neyse, uzatmıyorum bu sefer.
Eğer yolunuz düşerse bizim oralara, beni hemen tanırsınız. Ve sakın ama sakın, öldürmeyin beni ! Daha yapacak çok şeyim var buralarda. Neydi? Neydi? Hatırlamıyorum bak şimdi.
Hadi eyvallah, ha olurda benim yolum düşerse sizin tabaklarınıza, akvaryumlarınıza, gülüşümden tanıyın beni. Hırsla bakacağım yüzünüze !
Dişlerimi göstere göstere,poz vereceğim size.
Sevdireceğim kendimi söz.
Ve dua edeceğim içten içe, inşallah sizlerde bir balık olursunuz diye.
Tek korkunuz, üç günlük dünyanız olsun diye !
Kendinizden başka kimseyi düşünmeyin diye !
Doyasıya yaşayın diye.
Amaaan , neyse sizin deyişinizle bir balık hafızası kadar ömür işte.


Cansubulut.
14.4.11

17 Mayıs 2012 Perşembe

Bugün benim doğum günüm.

Yani 18 mayıs.
Ve doğum günüme sürpriz yapmayı çok seven sevgilim sayesinde aptal bir sırıtışla girdim :)
en yakın arkadaşım ilk kutlama geleneğini bozmamak için 12 ye çeyrek kala aradı beni onunla derin bir muhabbete girmiştim ki kapı çaldı, bu saatte çalan kapıyı çocukluğumdan beri sevmem ve kimseyi beklemiyordum, telefon elimde kapıya koştum, aslında evet koşmadım, önce çalsın biraz daha diye bekledim ikinci çalışta koştum, "kim o?" diyorum ses yok, amaan ölcek değilim heralde diyip kapıyı açtım, ayaklarımın önünde bir pasta mumlar ve minicik yavru bir  peluş fil,kafamı kaldırıp sevgilimle göz göze geldim, tepkisizlikten kaldım tabi her zamanki gibi, o da garibim alıştı bu aptallaşan hallerime,telefonu kapadım, hemen sarıldım, ne yapcağımıda şaşırdım, çocuğu bi içeri davet et dimi , yok kapadım kapıyı salak gibi bakıyorum yüzüne, mumlar söndü söndü diye deliriyor o da , sonra pastayı önüme tuttu ve üflememi istedi, hayatımın sonuna kadar bu adamın aldığı pastayı üflemeyi diledim bende... Hayatımın sonuna kadar da bu dileği dilemeyi diledim sonra... Hayatımın sonuna kadar tükenmeyecek bir aşk olsun istedim. Hayatımın sonuna kadar, canımdan çok sevdiğim ve seveceğime inandığım sevgilimin yanımda kalmasını istedim.
Küçük şeylerle mutlu olacağımı bildiği için mi böylesine seviyorum onu, yoksa her şartta ve her koşulda beni mutlu edebilecek güçte olduğu için mi...
Aslında bunlar tek bir neden olamaz ancak ben bu adamı neden seviyorum inanın bilmiyorum, öyle çok neden var ki onu sevmem için.
Kızdığım, sinirlendiğim, kavga ettiiğimiz o anlarda bile onu sevmediğimi düşünemiyorum.
İnsan birini gerçekten sevdiği zaman aklına sevmeme gibi bir düşünce bile yerleşmiyor sanırım. Ona öyle çok alıştım ki, onun kokusunu öyle çok benimsedim ki, kendi kokum gibi... Benim bedenim gibi... Benim yüreğim gibi sanki o. Ve insan kendinden , yüreğinden ne denli uzaklaşabilirse ancak o kadar uzaklaşabilirim ondan... İnsan kendini kaybetmekten ne derece korkarsa o kadar korkuyorum onu kaybetmekten. Onun elleri olmadan ellerimin bir işe yaramayacağına inanıyorum ve bunu ona söylediğim de "o eller yazı yazsın mümkünse" demişti bana... Ve ben sol elimi tutmasını , sağ elimle yazabilceğimi söylemiştim bu düşünceli ve saf bir sevgiyle bana bakan adama...

Bugün benim doğum günüm...
Kendini aşırı seven biri olarak, kendine hiç kıyamayan biri olarak ve belki de ilgiden mutlu olan biri olarak 24 saat boyunca şımaracağımı bile bile, hazır aşırı duygusalken bunları yazmak istedim.
Anlatmak istedim belki de, nasıl bir adamla var olduğumu.
Hayatıma girdiği ilk saniyeden itibaren bana mucizeleri inandıran bu adamın beni tek bir gülüşüyle, tek bir cümlesiyle, ve en sevdiğim pasta olan frambuazlı pastayla beni mutlu edebildiğini :))

Bugün benim doğum günüm, ve o adam iyiki var... 

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Hayallerime Merhaba De

Geleceğime dair bütün korkularımı yaşıyorum yaklaşık bir haftadır...
Ama bazende kendimi durduramadığım bir hayal kurma eylemine bırakıyorum. Dalgın olduğum hatta ve hatta gözlerimin dolduğu her an aynı hayali kuruyorum. Her seferinde yeni şeyler ekleyerek hemde. İçimin ısındığı farkediyorum bu anlarda. Ve gariptir ki kurduğum hayallerin içinde hep aynı adam geçiyor ; hayatımı değiştiren adam, sevgilim.
Örneğin yıllar geçiyor hayalimde, yüz hatlarım iyice oturmuş, kendinden emin ve kararlı gözlerim var. Korkularımdan biraz da olsa arınmışım, hayalini kurduğum mesleği yapıyorum, yanında huzurlu olabildiğim tek varlık, canımın içi sevgilim yanımda. Bütün uçarılığımdan kurtulmuşum, eskisi kadar dengesiz ve mutsuz da değilim üstelik. Olmak istediğim yerde ve olmak istediğim kişiyleyim. Sonra biraz daha zaman geçiyor hayalimde, takvim yaprakları bir bir düşüveriyor avuçlarıma. Saatler alabildiğine hızlı ilerliyor, günler birer birer geçiyor ve ben çok mutluyum.
İleriden sahip olduğum 4 varlık geliyor. Sevgilim, Deniz,Güneş ve Şiir. Babaları , eve fil almamıza izin vermiyor. Ama onları her hafta sonu hayvanat bahçesine götürüyor. Ben evde oturmuş pastalar yapıyorum, eskisi kadar kötü kurabiye de yapmadığım için sevgilim artık yaptığım kurabiyeleri yiyebiliyor :) Deniz'in üstünde mavi , Güneş'in üstünde Sarı, ve Şiir'in üstünde kırmızı renkte bir kıyafet var. Tam da en sevdiğim renkler... İçeriden Fransızca şarkılar yükseliyor. Edith Piaf daha önce hiç o şarkıyı bu kadar güzel söylememişti sanırım. Çocuklarım çok mutlu. Onlar babalarına hasret büyümüyor. Ve hepsi babasına benden daha çok aşık.
Sonra yeni yazdığım yazı üzerine konuşuyoruz biraz, çocukların karnı acıkıyor . Ve onlara yemek hazırlamaya gidiyorum. Bir telefon geliyor ve sevgilimin arkadaşlarını Pes oynamak için bize davet ediyor. Ben ortalıkta pek dolanmıyorum, çatı katına gerekli şeyleri bırakıp yavaşca çalışma odasına süzülüyorum. Çocuklarım uykuya dalmış... Edith Piaf var gücüyle şarkısına devam ediyor. Bense fırçalarımı alıp resim yapmaya başlıyorum.
Hayalimde dahi ilk günlerimizi düşünüyorum, her fırça darbesinde bu adama ne denli aşık olduğumu düşünüyorum. Beni değiştirebiliişini  ve bunu yaparken aslında direkt olarak değil de önce beni olduğum gibi kabullenişini düşünüyorum. Sıcacık oluyor içim. Sonra arkadaşları gidiyor, ve ben binlerce gece olduğu gibi onun kollarında uyuyakalıyorum...
Herkes çok mutlu.
Çünkü biz birbirimizi çok seviyoruz.

İşte böyle hayallere esir oluyor yüreğim. Garip bir heycan sarıyor içimi. Yılların bir an önce geçmesini ancak benden ve bizden bir şey götürmeden geçmesini diliyorum.

-Ve sevgilim, sen bu satırları okurken dahi içindeki o endişe yüzünden Seni seviyorum.


Sebebim.


Kimsenin yanımda olmadığı zamanlarda sen vardın…
Kimsenin ellerimi tutmak istemediği zamanlarda, sen zaten o eli sıkı sıkı tutuyordun. 
Herkes gitmek istiyordu, ama sen hep kalıyordun…
Gencecik yaşında benim yüzümden ölümle yüzleşmiştin, sabahlara kadar başımda beklemiştin, sırf ben istiyorum diye gecenin bir yarısı kalkıp pastalar yapmıştın. Ben hasta olduğum zaman, kendini hiç önemsemeden sırf benimle ilgilenmiştin…
Bir yerime bir şey olsa herkesten çok senin canın yanıyordu.
Ben ağladığım zaman, ben mutsuz olduğum zaman için acıyordu.
Benim geleceğim ve benim mutluluğum için her şeyi yapabilecek güçteydin.
Ve bu gücü sana hayat vermemişti. Sen hep “çocuklarım için” diyerek, daha da güçleniyordun. Benim ilk kelimem anneydi evet ama seninde bizden sonra cümlelerinin hepsi “çocuklarım” ile başlıyordu. 
Her anne gibiydin evet…
Her anne gibi de her şeyden çok seviliyordun.
Her anne gibi, dünyanın en iyi annesi en güzel annesi diye anılıyordun.
Her anne gibi kutsal ve görkem doluydun.

-Ama sen yalnızca bir anne değilsin annecim…
Sen hiç sahip olmadığım kız kardeşimsin benim…
Sen en yakın arkadaşımsın.
Ve aynı zamanda babamsın da…
Hem annem , hem babamsın…
Bir babanın olması kadar güçlü ve ayaktasın, bir annenin olması kadar şefkatlisin.
Bir babada duyulması gereken bütün güvene sahipsin…
Bir annede hissedilmesi gereken huzura sahipsin.

Allah sana uzun ömürler versin güzel kadın. Bana söz ver, yokluğunla acıtmayacaksın canımı. Bana söz ver, sonuna kadar benimle kalacaksın. Çünkü bu bizim hikayemiz. Çünkü bu senin ve benim hikayem. Kahramanlara bir şey olmaz biliyorum annecim, benim kahramanımda sensin…
Seni çok seviyorum.
Anneler günün kutlu olsun…
Babalar günün kutlu olsun…
Kız kardeş günün kutlu olsun…
En iyi arkadaş günün kutlu olsun…

-Sana uzak şehirlerden kocaman öpücükler annecim. Seni her şeyden vazgeçebilecek kadar çok seviyorum…

4 Mayıs 2012 Cuma

Erteliyorum seni hayat




Her gün biraz daha yaşlandığımı görüyorum aynalarda, her gün neşemden ve benliğimden eksiltiyorum gençliğimi. Günlük uğraşlar, yüreğimdeki sancılar yahut mutluluklar, gelip geçiyor ömrümden… Nasılda yorgun ve bitkin hissediyorum kendimi bir bilseniz. Cümlelerimi bile seçemiyorum artık, ağır bir dile hükmediyorum. Yapmak istediklerimi, hayallerimi, isteklerimi, arzu ve heyecanlarımı erteliyorum. Kırmızı bir balığım olsun istiyorum örneğin, kırmızı bir balık… İsmi Sudenaz olacak ancak. Onu bile erteliyorum. Çiçekçilerin önünden geçerken, bir buket papatya istiyorum, almadan geçip gidiyorum. Görmek istediğim şehirler, görmek istediğim insanlar, tanışmak istediğim kişiler ve yaşamak istediğim ülkeler var… Fotoğraflarla yetiniyorum. Ne zaman ve nasıl bağladım ayağıma ben bu prangaları? Sahi kendim mi yaptım bunu? Bu kadar mı yorgun ve bitkin oldum ben? O her şeyi yapabilecek enerjimi ve gücümü hangi şehirde unuttum? Hangi “hoşça kal” emrine sığdırdım bunların tümünü…
Yazmayı seviyordum, yazınca rahatlıyor ve mutlu oluyordum. Kendimi ifade ediyor ve insanlarla ortak bir paydada buluşuyordum. Ya şimdi? Yazamamak bile acıtıyorken içimi, neden kağıt ve kalemden bu denli uzağım? Tiyatroyu seviyordum. Gülmeyi, ağlamayı, sahnedekileri var gücümle alkışlamayı seviyordum. Ya şimdi? Film izlemeyi de severdim, müzik dinlemeyi, konserlere gitmeyi, yürüyüş yapmayı, yemek yapmayı, tatlılar hazırlamayı… Ya şimdi? Aynalarda bıraktım tüm neşelerimi…
Yaşlandım, kendim yaptım bunu. Kimse kısıtlamadı özgürlüğümü, kimse çalmadı neşemi benden. Şehirler ve evler arasında sıkışıp kaldım. Denizler ve deniz olmayan şehirlerarasında, yol kenarlarına atılmış mola yerlerinde, otobüs duraklarında, gelişlerde ve gidişlerde bıraktım kendimi… En çok üzüldüğümde; farkında olmadan ve bile bile yaptım bunu. Yalnızca mutlu olmak isterken, uykularımın ve umursamazlığımın tam ortasında kaybettiğim sevdiğim martıları…
Erteledim seni hayat.
Bile bile, isteye isteye…
Özür dilerim.

Cansubulut
5.5.12