30 Mart 2012 Cuma

Saçmalarsam Saçmalarsın.


Hayat garip.
Zaten sahip olduğum hiçbir şeyin normal olmadığının da bilincindeyim. Ben , sen, o , biz, siz, onlar... El ele verip, Türkçe derslerinden öğrendiğimiz zamirlerin içine sıçabiliyoruz. Yazmak istemiyorum aslında. Yazmak istemediğim için de bu denli konuşuyormuş gibi satırlarım. Beni dinlemeni çok isterdim, kim olduğun önemli değil.Her kimsen, seni karşıma alıp bütün hayatımı sana anlatmayı isterdim. Kafanın karışmasından alacağım zevkle, daha da hırslanırdım sana kendimi anlatırken. Bütün ilklerimi ve sonlarımı anlatmak isterdim sana. Sesimi alıp götürmeni isterdim, satırlarımı okumanı değil. Ama benimde tek yapabildiğim bu işte, iki cümleyi bile bir araya getiremem ben konuşurken. Hep aynı klişe işte, her cümlemin sonuna "hayat bazen böyledir" i ekler ve bununla mutluymuşum gibi davranırım. Ama mutlu da değilim açıkcası, biri de çıkıp sormuyor ki, "yahu senin hayatla ne derdin var? Hayat bazen ne? Ne anlatmak istiyorsun? " Biri de kollarımdan tutup sarsmıyor ki beni, "kendin ol" demiyor ki. İşte tamda bu noktadayken içimden kopup gelen " hayat bazen böyledir " cümlesini daha fazla ses tellerimin arasında sıkıştırmak istemiyorum.
İzlenmekten nefret ederim, hareketlerimin kontrol altında oluşu fikri hep sıkmıştır canımı. Bi yere gitmek isteyip gidememekten de nefret ederim. Sigarayı küllükte unutup, hep de son dakika hatırlamaktan da nefret ederim. Mesela şuan bu satırların okunduğunu bilmek, birinin beni izlerken soyunmam kadar endişeli. Ve telaşlı bir eylem. Ve şuan da bu ironi beynimin içindeki bütün hücreleri sikmek üzere. Hücrelerde beynimin içinde miydi , yoksa başka yerde miydi tam emin değilim. Böyle konuları tam bilemem zaten hiç, bana sanattan bahset mesela, bana şarkılardan , şiirlerden, kitaplardan, resimlerden , eserlerden bahset, sabaha kadar konuşabilirim. Ama bu yaşıma geldim , hala iki kere iki neden dört ediyor bilemiyorum. İki kere ikinin yedi ettiği bir dünya düşlüyorum. Ama o dünyada yaşıyor olsam eminim ki iki kere ikinin dört etmesi için elimden geleni yapardım. Bak yine boş konuşuyorum, dolu konuştuğum zaman anlaşılmadığımdan olsa gerek. Küçükken en sevdiğim oyun sessiz sinemaydı biliyor musun? Kimse beni anlamazdı, bende kimseyi anlamazdım zaten. Anlaşılmadığım zaman hayat daha masum geliyordu. Anlamadığım zamansa daha çekici.  Sana bir sır veriyim mi? Ben sessiz sinema oynamaktan da nefret ederim. Bingo ! Ben her şeyden nefret ederim. Mesela hava yağmurluysa güneşli olsun isterim, güneşliyse sinirlenir, yağmuru özlerim. Kardan mı? Nefret ederim.
İki dağın arasından gülen suratlı güneş yapan çocuklardandım ben. Ve dağların arasından nehirler geçiren. Bu tip çocukların, sakin olmasını bekleyemezsin. Elimi kaldırmadan evde çizemezdim hiç, çok sonra öğrendim "z" harfinden ibaretmiş  her şey. Z harfini de hiç sevmem zaten.
Bana biraz şarkı söyler misin?
Sakin şarkıları çok severim. Dudakların mırıldanmalı ama. Bağırmamalısın benim yanımda. Bağırırsan ağlayabilirim. Hayır çok duygusal değilim. Ağlamak istediğinde ağlayabilen insanlardanım. Bunu öğrendiğimde hayatın tüm masumiyeti bitmişti benim için. Ve ben bu silahı keşfettiğimde henüz 2 yaşındaydım.
Saçlarımla biraz oynar mısın?
Ya da saçlarımı biraz okşasanda olur. Şefkate ihtiyacım var bugün.
Kim olduğun önemli değil.
Beni biraz dinler misin?
Çok yorgunum. Kendimden yorgunum. Hayattan yorgunum.
Bi de çok aşığım.
Ve aşk insanı çok agresif yapabiliyor. Düşünmekten yorgunum. Düşünmek insanı çileden çıkarabiliyor.
Çok uzun konuştum yine.
Ama sen sesimi duymadın.
Sesimde çıkmadı zaten.
Ağladım biraz.
Ama gerçekten ağladım. Canım acıdı biraz. İçim acıdı. İçimin acısını biraz dindirir misin?
Ellerimi tutar mısın biraz?
Ellerim çok üşüyor bugün.
Beni çok sever misin?
Beni , ben olduğum için  kabul eder misin?
Şimdi Bütün bu söylediklerimi unutup, susar mısın?
Hala okuyorsan eğer,tebrik ederim.
Okumasanda olurdu.
Ama okuduysan eğer, çok üşüyorum. Yüreğimi yüreğinle örter misin ?
İçimin acısını biraz dindirir misin?
Özlediklerimi avuçlarımın arasına bırakıp, beni biraz öper misin?

Cansubulut.
31.3.12

29 Mart 2012 Perşembe

Özledim


İyi değilim sevgilim...
Bu sabah daha da özledim kokunu. Daha da özledim kollarını. Soğuk buralar biliyorsun, sıkıca sarılıp sana, öyle uyanmak istedim bu sabah. Beni ısıtmanı istedim. Gözlerimi açtığımda yanımda olmasını istediğim tek insan sendin. Ve korkarım ki, uzun bir süre de sen olarak kalacaksın... Beraber uyandığımız son sabah olduğu gibi, senin kulağıma fısıldamanı istedim adımı... Uyanmadığımı gördüğünde, uyku sersemi bana bağırmanı bile özledim. Sonra hiçbir şey olmamış gibi uyanıp "günaydın sevgilim" diye sana sarılmayı istedim  en çok. Uyku kokan tenine sarılmayı,uyku kokan tenini öpmeyi,uyku kokan sevgilinin verdiği masumiyeti özledim.Sabahın verdiği sinirle hiç konuşmadan durmalarımızı özledim. Sabahları kimseyle konuşmayı sevmem ben, seninle konuşmayı sevmemeyi özledim... Sigara içmeden kendime gelemem örneğin, senin yanında kendime gelememeyi özledim. Uykumu alamadıysam eğer, gülmem bile... Yanında gülmemeyi özledim. Sende sinirli olursun sabahları bilirim, sinirli halini görüp korkmayı, ağzımı açamamayı, bana gülümsemen için elimden gelen her şeyi yapmaya çalışmayı özledim.Aramızdaki kilometreler canımı yakıyor bazen biliyor musun? İçimi acıtıyor. Günün en olmadık saatinde , en olmadık yerlerde kokunu özlüyorum. Nefesim kesiliyor, gözlerim doluyor ve kendimi onca insanın arasında çaresiz hissediyorum . Daha rüyalarıyla bile savaşamayan ben, kilometrelerle savaşmayı öğreniyorum bugünlerde. Daha gökgürültüsünden bile korkan ben, sensizliğin içimde yarattığı korkuyu bastırmaya çalışıyorum. Nasılda kaybetmekten korkuyorum seni bir bilsen, nasılda korkuyorum kendimden... Senden... Bizden... Aramızdaki sayısını tam olarak bilemediğim ve aslında bilmek de istemediğim kilometrelerden. Şehirler geçiyor aramızdan sevgilim, insanlar, evler, duraklar, kadınlar, adamlar, çocuklar... Yol kenarındaki mola yerleri... Bir kadın ağlıyor o şehirlerde, bir adam özleniyor o şehirlerde, bir çocuk hıçkırıyor o şehirlerde... Hepsi yüreğimden geçiyor , hepsi yüreğimi deşip geçiyor. Daha kendi başına nefes almayı bile beceremeyen ben, sensizliğin nefes kesen saatlerinde yaşamaya çalışıyorum işte.Dilimden düşmeyen adına sarılıyorum, anılarımızı öpüyorum, özlediğim teninin özlemini kokluyorum. Bir bilsen, kendime ne çok acıyorum... Ne de çaresiz hissediyorum. Örneğin tam da şuan da bir şarkı çalıyor yahut öylesine bir cümle kuruyor dudakların... Dudak kıvrımlarını bile göremiyorum ! Herkes, her şey ve aslında hiçkimse , sana bunca yakınken , benim senden uzak olmam kanıma dokunuyor. Sabahları selam verdiğin bakkal amca bile duyabiliyorken kokunu, benim o kokuya hasret kalışlarım içimi acıtıyor. Böyle anlarda daha da sarılıyorum seni özleyişlerime, daha da sıkı tutuyorum onları kollarımın arasında, daha da bağlanıyorum sana. Daha da güçleniyorum biliyorum. Sesinle avunuyorum, sesine aşık oluyorum, nefesini hissedemiyorum ama nefes alışını duyabiliyorum. Seni göremiyorum ama hayal edebiliyorum. Gülüşünü göremiyorum ama duyabiliyorum. Sevgilim... İyi değilim. Seni çok özlüyorum.

-Sinirli olduğunda, her şeyden vazgeçebilecek kadar çaresiz olduğunda, çok mutlu olduğunda, çok mutsuz olduğunda, beni özlediğinde, beni sevmediğini düşündüğünde, kavga ettiğimizde, bana bağırdığında, sana bağırdığımda, uyandığında, uyuduğunda,hasta olduğunda,çok iyi olduğunda, kokumu özlediğinde, ellerimi tutmak isteyip tutamadığında, beni çok sev sevgilim. Çünkü bu  özlem duygusunun olduğu  dünyada, aynı gökyüzüne bakıp iç geçirmek dışında yapabilecek daha iyi bir şeyimiz yok. Çünkü bu allahın belası kilometrelerin arasında sıkışıp kalmak dışında yapabilecek bir şeyimiz yok. Çünkü bu yok etmek istediğim, ama yapamadığım ,kıskandığım,delirdiğim , el ele gördüğüm sevgilileri gördüğümde seni özlemek dışında yapabilecek bir şeyim yok. Seni sevmek dışında yapabilecek hiçbir şeyim yok. Beni çok sev sevgilim. Çünkü bu allahın binkere belasını vermesini dilediğim dünyada senin sevginden başka gerçeğim yok.

Cansubulut.
30.03.12

Sensizliğin Sessizliği


Prangalarla,
Zincirlerle,
bağlanmış sana sevgim…
Hoyratça esen her rüzgarda,
Kifayetsizce çalan şarkılar mırıldamış dudaklarım.
Dudakların…
Tüm ateşiyle karşımda işte!
Bedeninden bedenime yayılan o sıcaklık,
O kimsesizlik hissinin altında yatan
Nedensiz binlerce satır…
Satır aralarında kaybolmuşluk,
Suskunluğun esaretinde kendini yitiriş.
Sensizlikle sevişmek bu işte.
Ellerin yüreğimin tam üstünde.
Sol göğsümde deprem yaratan bir çırpınış…
Yangın misali her hücrem.
Saçlarının arasında gezinen parmaklarım…
Dudaklarının her zerresinde değen dudaklarım.
Sensizliğin sessizliğinde sevişiyoruz işte daha ne !
Bir şey eksik oysa…
Kokun…
O da eksik kalsın be sevgili…
Duysam ölürüm.
Utanmaz,
Bir de seni özlerim…
Özlersem Dayanamaz severim.
Sevsem yazarım.
Yazsam okursun.
Okursan biterim.
Bittim.


5.8.10
CansuBulut

28 Mart 2012 Çarşamba

Sancı


Güzel bir güne uyanmayalı çok oldu, bir filmi izleyip hayal kurmayalı, bir kitapta kendimi görmeyeli ve daha da önemlisi aşık olmayalı. Aşkın ne demek olduğunu bile unutacak zamanlardayım, heycanlanmak ancak ve ancak olağan hayatta bir sanrı gibi... Uyuyamıyorum uzun zamandır, uykunun kelime anlamına ihanet ediyor tüm bedenim. Beynim olanlardan ve olacaklardan öylesine yorgun ki, anılarım benimle bir oyun oynuyor adeta... Bense oyun oynamayı çoktan bırakmış yaşlı bir kız çocuğuyum. Bedenim, bir zaman tünelinin içinde sanki, tenim sen kokuyor ara sıra. Ve işte o zamanlarda seni ne kadar çok özlediğimi anlıyorum. Aşk mıydı bu? Sevgi miydi? Adı neydi bizi heycanlandıran ve ortada buluşturan şeyin? Tüm bunların cevaplarını ararken öylesine yoruluyorum ki, dinleneceğim, başımı koyup huzurlu düşlere gideceğim bir dize, bir kucağa ihtiyacım oluyor kimi zaman. Ve bu zamanlarda seni ölesiye istiyorum yanıbaşımda... Bütün bu olanları sana anlatmak, senin önünde hıçkırarak ağlamak istiyorum. Ve saçlarımı okşamanı...
Çok özlüyorum. O anlarda keşke ölmeseydi diyorum. Keşke burada, hayatımda olsaydın, ve ben bütün sakarlıklarımı, bütün kaygılarımı, bütün pişmanlıklarımı sana anlatabilseydim. Beni sakinleştiren sen olsaydın, beni kucağına alıp yatağımıza götüren ve bütün günün yorgunluğunu beni izleyerek üzerinden atan, ben uyuyana kadar ellerimi bırakmayan sen olsaydın diyorum. Sabah olsaydı, bana kahvaltılar hazırlasaydın ve çayımı yudumlarken bana gazetede gördüğün önemli şeyleri okusaydın, ben ilgilenmeseydim ve sen çocuğunu azarlar gibi beni azarlasaydın diyorum. Kahvaltıdan sonra uzun yürüyüşlere çıksaydık, bilmediğimiz yerlere bilmediğimiz insanlarla tanışmaya gitseydik diyorum. Yağmurlu havalarda gök gürlemesinden korkup sana sarılsaydım, sen beni sakinleştirseydin diyorum. Ve bazen keşke bir kızımız olsaydı diyorum. Ellerinden sıkıca tuttuğumuz minicik bir kız çocuğuna sahip olsaydık... Ama bunların hepsi bir toz bulutu gibi hayalden öteye gidemiyor. Öldüğün günü düşünüyorum çoğu zaman. Yaz ayının en sıcak günüydü o gün, ben dünyanın en mutlu insanı olmaya adaydım adeta. Günlük koşuşturmanın ardından kendimi eve zor atmıştım, ayaklarımı uzatıyordum ve kahvemi yudumluyordum. Sonra telefon çaldı, ve sen öldün. Bazen diyorum ki keşke o gün açmasaydım o telefonu... Keşke buz tutmasaydı gece, keşke mutluluğum yok olmasaydı diyorum. Keşke ölüşüne tanık olmasaydım, keşke ölmeseydin diyorum! Öyle çaresiz kalıyorum ki bunları düşündüğüm anlarda, öyle yalnız öyle kimsesiz ve öyle sensiz kalıyorum ki... Seni hatırlatan her şeyden kaçmak istiyorum. Her şey unutuluyor ama ölüm unutulmuyor biliyorum, her şey geçip gidiyor ama sen gitmiyorsun biliyorum. Her şey anlamını yitiriyor ama beraber geçirdiğimiz günler asla anlamsızlaşmıyor biliyorum. Çünkü sen başkaydın, çünkü sen herkesten ve her şeyden daha anlamlıydın. Ve biliyor musun ben koca adam, her izlediğimde Leon'u, oturduğum yerden Mathilda'nın kafasına sıkmak istedim... Ve ben koca adam, ve ben senden sonra, adının geçtiği her şeyi öldürmek istedim. Ve ben koca adam, senden sonra yok olmak istedim. Bulutlarda kök salmak istedim. Ben seni çok özledim. Sensiz uyuduğum her gece bu sancı dinsin istedim. Çok mu şey istedim? 


20.01.12
CansuBulut

Sen Öldün


Benim yüreğimden, benim bedenimden  bir başka kadının bedenine doğru geçerken "önce bana sonra bana, sonra tekrar bana bak" diye yalvarıyordu bütüm tümcelerim. Sense bütün kuralları ihlal ederek, bana yalnızca bir kez baktın... Sonra var gücünle koşmaya başladın. Öyle hızlıydı ki adımların, beni daha yolun yarısına gelmeden unutmuştun. Gariptir ki, sen değil ama ben ağır bir aşk kazası geçirmiştim. Olay yerinden  çok uzakta değildin, her şey senin yüreğinde senin bedeninin solunda gerçekleşiyordu. Ben çığlıklar atarak ölüyor, var gücümle sana, sahip olmaktan en mutlu olduğum şeye tutunuyordum. Beni bir hiç gibi , bir piç gibi, sanki cami avlusuna bırakılıp terk edilen çocuklar gibi bırakıp gidiyordun. Ne olduğunu anlamıyor yalnızca bir bedene, bir şefkate ihtiyaç duyuyordum. Sense , bana ne olduğunu bile merak etmeyecek kadar, başka bir bedenin himayesi altına girmiştin çoktan. Kısa bir süre sonra iyileştim, en azından emeklemeye başladım. Yürüyemiyordum. Senin beni bıraktığın yolda ilerlemek can sıkıyordu. Yolu değiştirmeyi istiyordum elbet, ama henüz bunu beceremeyecek kadar küçük ve hissiz hissediyordum kendimi. Beynimin ve kalbimin çelişkilerinde senin isminle yüzleşiyordum hep. Bir yanım sana binlerce beddua ederken, bir yanım kollarını özlüyordu. Beni bütün varlığıyla, sanki hiç bırakmayacak gibi sarmalayan kollarını.
 Teninin kokusunu hatırlayamadığım için kendime kızdığım geceleri hatırlıyorum, nasıl olurda unutabilirdim o kokuyu? Nasıl olurda hafızamın bir yerine kaydetmezdim. Nasıl olurdu nasıl?Allahın belası hafızam her şeyi hatırlıyordu ama bunu nasıl unuturdu? Lanet olası hafızam bütün gereksiz detayları biliyordu da senin kokunu nasıl bilmiyordu? Hatırlamıyordum işte, ve asla hatırlamayacaktım. Biliyordum. Ama hatırlayamadığım o kokuyu deli gibi özleyecektim. Bunu hissediyordum. Ve dahasıda vardı. Günlerce , haftalarca, saatlerce senin yokluğunu kabul ettirmeye çalışacaktım kendime. Becerecektim biliyorum. Senin benim hayatımı becerdiğin gibi, ben de bunu becerecektim... Ama kolay olmuyordu işte rüyalar, hayaller, düşler, sanrılar... Hepsi aynı anlama yahut aynı kapıya çıkıyordu ama, hepsi bambaşka hisleri yaşamamı sağlıyordu. Sabahlara kadar senin yüzünden acı çekiyordum. Sabah olunca hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordum. Ama her gece o lanet olası yatağa girdiğimde, yanımda uyumadığını gördükçe küfürler yağdırıyordum. Bilsen ne zordu o dönemler.
  Sonra yürümeye başladım. Senin beni bıraktığın o yolda, yürümeye. İnanır mısın, yürümeyi unuttuğumu fark ettim o gece. İlk önce hangi adımı atmalıydım? Sen benden bütün gücünle uzaklaşırken hangi adımını atmıştın ilk? Sağ mıydı sol muydu? Solunu düşünmediğin aşikardı. Fakat sağda değildi biliyordum, eğer öyle olsaydı sağ kalırdım bedeninde. Can çekişmezdim çünkü. Ben de baktım yürüyemiyorum, koşmayı denedim. Başardım biliyor musun? Senden nefret ede ede koşmaya başladım. Sen de koşarken nefret mi etmiştin benden? Madem etmedin, neden o kadar hızlıydın benden giderken?
  İyileşiyordum. İyileşecektim. Ben herkesin dediği gibi çok güçlüydüm. Adını hafızamda nefretle özdeştirdim. Buna inandım, inandırdım yahut inandırıldım. Mütemadiyen seni hala özlüyordum, ve özleyecektim. Ama beni bıraktığın o yolu hiç sevmedim... Sevemedim. Oraya gitmemeye ,o günleri yaşamamaya gayret ettim. Derken, rüyalarıma girdin... Allahın belası bütün hislerim seni deli gibi özlediğimi fısıldadı durdu bana. Merak ediyorum,benim bedenimden başka bir bedene geçerken önce bana sonra bana sonra tekrar bana baksan, kalır mıydın? Merak ediyorum,benim bedenimden başka bir bedene geçerken için hiç mi sızlamadı? Hiç mi düşünmedin? Eminim, şuan mutlusundur... Hayallerinde ya da gerçekte kiminle sevişiyorsundur kimbilir? Benim kokum geliyor mudur burnuna? Hatırlıyor musundur beni? Merak işte... Ama emin olduğum bir şey var, o filmi her izlediğinde aklına ben geleceğim. Ve sen o filmi her izlediğinde içini sızlatan, o vicdan azabının sebebi ben olacağım. O zaman, on saniyelikte olsa anlayacaksın , sen öldün Leon.

-Ve bu daha ilk ölüşün...
 14.11.11
CansuBulut

Çünkü Ben Onu Çok Özledim


Koskoca evrende, o kadar gezegenin, o kadar ülkenin, o kadar ırkın, o kadar insanın içinde ben onu bulmuştum... İkimizde aynı dili konuşuyor, ikimizde aynı kültürlerden geliyor, aynı şehrin aynı semtinde, aynı denize aşık oluyorduk. Olası bir karşılaşmanın, beklenen bir tesadüfün kurbanlarıydık. Birbirimize hiç benzemiyorduk, ama birbirimize benzediğimizi tekrar ediyorduk, hani o hep söylenen ama hiç anlaşılmayan yabancı şarkılar gibi... Yanlış telaffuz edilen sözcükler gibi. Gülüyorduk beraber, sevişiyorduk, seviyorduk, ama hiç beraber ağlamıyorduk. Acılarımızın ne olduğundan ve zayıf yönlerimizden hiç bahsetmiyorduk, en sevdiğimiz filmi söylüyor, en sevdiğimiz filmin en sevdiğimiz karakterlerine kendimizi sıkıştırmaya çalışıyorduk. En sevdiğimiz yazarın kitaplarını tartışıyor, ancak en sevdiğimiz cümleyi savunamıyorduk. En sevdiğimiz şairlerden bahsederken, hep iç hesaplaşmalarına kaçıyor, mesajlar vermeye çalışıyor, gün geçtikçe çocuklaşıyorduk.
Ama seviyordum onu, daha önce hiç sevmemişim gibi seviyordum. Gözlerindeki yeşil bahçelere gitmeyi istiyordum. O yeşil bahçelerin içinde saklı kalmayı, oradan hiç çıkmamayı düşlüyordum. Onun yemyeşil gözlerine bir yuva bir dünya kurmak istiyordum. Ama hep susuyordum... Ona ne zaman baksam gülümsüyor ve bunları düşlüyordum. Elimi tuttuğu zaman ellerim titriyor, yaşımdan utanıyordum. Aramızdaki yaş farkı korkutmuyordu beni, çünkü biliyordum, o bana sarıldığında bütün acılarım diniyordu. Bütün kaybolmuşluğum, bütün yitip gitmişliğim ve bütün çocukluğumu yeniyordum. Geçmişimde kaybettiğim, bir adamın üzüntüsü de olmuyordu içimde. Yıllar yıllar önce kaybettiğim ve "baba" diye seslendiğim adamın yenilgisini, onun bana gelişiyle kutluyor, elimdekileri zafer zannediyordum. Huzuru anlatmamı isteyen herkese saatlerce ondan bahsediyor, içinde bulunduğum durumu, hissettiğim tüm duyguları aşkla çarpıyordum. Ben onları aşkla çarptıkça kırılıyordum, ama bunu göremiyordum.
Sonra o gitti, sanki hiç yaşatmamış gibi, sanki beni çekip çıkarmamış gibi , sanki beni hiç mutlu etmemiş gibi gitti. Küçük düşüyordum, inciniyordum. Ama durdurmaya gücüm yoktu... Alışkındım bu gitmelere, ben hep oturuyordum, bir adam hep gidiyordu. Ben hep oturuyordum, ben hep ağlıyordum ve bir adam gidiyordu... Çocukluğumu ağlatıp, beni ağlatıp, içimi acıtıp gidiyordu. Sarıldığım ellerini alıp gidiyordu, dokunduğum tenini tenimden ayırıp gidiyordu, sevdiğini söyleyen dudaklarını alıp gidiyordu, yaşımı alıp gidiyordu,  gücümü alıp gidiyordu, yeşil bahçelerimi, kurduğum düşlerimi alıp gidiyordu. Baba diye sarıldığım tüm özelliklerini alıp gidiyordu benden. Bense yine yeniliyordum. Aynı yıllar önce olduğu gibi, bir adamın gidişini görüyor ve onu durduramıyordum. Kırılıp, paramparça oluyordum. Ama onlar hep gidiyordu. Ben onunla mutlu olmayı, anne olmayı düşlerken onlar gidiyordu işte... Daha önce olduğu gibi, kendi çocukluğumu büyüttüğüm gibi, olmayan çocuklarımı büyütüyordum onlar gittiğinde. Yıllar önce içimden tekrar ettiğim gibi, olmayan çocuklarıma, hayallerime fısıldıyordum, "baba şimdi gitti, ama geri gelecek, çünkü ben onu çok özledim" Ve aynı çocukluğumdaki gibi o hiç gelmiyordu... Babam gibi... Onlar da hep gidiyor, ama gelmiyordu. İçimdeki ışıkları birbir söndürüp, gidiyorlardı hem de. Hadi ben alışmıştım karanlığa, ben alışmıştım birinin ışıkları söndürüp beni karanlığa bırakıp gitmesine... Ben alışmıştım "baba" denen o olguyu kaybetmeye, ama içimdeki çocukları, hayallerimdeki çocukları, hayallerimi alıştıramıyordum bu duruma... Onlar hıçkırıyor, ağlıyor ve özlüyorlardı. Ben de özlüyordum, yeniliyordum... Ama bunu hayallerime anlatamıyordum. Hayallerimin ortasında bir mum yakıyor, içimi aydınlatıyor, ve gelecek günleri, olabilecek mutlulukları anlatıyordum onlara. Onlarda benim gibi inanmıyor ama alışıyorlardı, benim gibi tekrar ediyorlardı belki de. "Baba şimdi gitti ama gelecek, çünkü ben onu çok özledim. "

16.12.11
CansuBulut

Sonsuzluğunda Sonu Varmış Gördüm


Aslında "son kez göremedim" diye bir şey yok, hepimiz öyle inanmışız ki buna. "Son kez göremedim, son kez öpemedim" diyerek kendimizi bilinmezliğin koynuna bırakıyoruz usulca... Hiç düşündük mü peki ? Son kez öpüp son kez sarılabilseydik o son olur muydu hiç... Aslında hep son görüşlerimiz oldu bizim. Her seferinde son diye sarılmadık mı ona? Korkudan içimiz titreye titreye. Son kez öpmedik mi? Ama bir şeyi unuttuk, son kez içimize çekmeyi. Eğer o gitmeseydi, son kez çekerdim onu içime, hem de öyle bir çekerdim ki, çocuksu bir masumluk ve çocuksu bir kadınlığın birleştiği o noktayla. Başım dönerdi belki, yüreğim burkulurdu, ama hapsedebilirdim onu, burda buracıkta. Nereye gidersem gideyim, hangi şehre gidersem gideyim yüreğimde taşıyıverirdim onu. Son kez öpseydim onu, ciğerlerime hapsederdim. Nefes vermeye bile korkar olurdum, o zaman bir anlamı olurdu bu kalp ağrılarının, o zaman bir anlamı olurdu gecelerce hıçkırmamın. Oysa biz onunla kusursuz bir türkçenin koynunda buluşuyorduk, liseden kalma bilgilerimizle mastar eklerinin tamamını kullanmaya yemin etmiştik. Sevmek, özlemek, sevişmek, dokunmak... En son da ise, di'li geçmiş zamanı bıraktı avuçlarıma ve gitti. Gitti. Bitti. Ağladım. Özledim. Korktum. Üzüldüm. Kalakaldım koskaca dünyanın, kalabalık insanlarının arasında. Onlarca, yüzlerce insanın içinde çırılçıplak kaldım... Savunmasız değildi bedenim, ama yüreğim onu savunamayacak kadar küçük ve biçareydi şüphesiz. Yalnızlığı sevmiyor, ama kendimi inatla yalnızlığa itiyordum. Kafamda hep aynı sorular vardı, eğer son kez öpebilseydim onu, sonsuzluk kadar çekebilir miydim içime? Ciğerlerim, yorgun kalbim, küçük bedenim, kadınlığım, hislerim, kaldırabilir miydi onu?
Nasıl da gidiyordu bir bilseniz, yollar sanki önünde el pençe divan olmuştu, ve şair yalan söylüyordu. Yol bir durma biçimi değildi ! Gidiyordu işte... Ve yol bir susma biçimi oluyordu...
Ben susuyordum, o susuyordu. Ben duruyordum, ama yollar hep gidiyordu. Sesim, soluğum hepsi susmuştu. Haykırmak istiyor ama haykıramıyordum. O gitti. Geriye sahipsiz ve yalnız kelimeler bıraktı. O gitti. Geriye bitmek bilmeyen geceler, ve susmaktan boğazı kurumuş yollar, kadınlar, hayaller, umutlar bıraktı.

- Eğer seni son kez öpebilseydim, içime çekerdim. Bütün tenini ve bütün nefesini. Hemen bırakamazdım çektiğim nefesini, kalır ve yaşlanırdın benimle. Bir sigara gibi, ağır ağır öldürür ama keyif verirdin yine de. Ne zaman seni istesem kavuşabilirdim nefesinin sıcaklığına. Belki bir sigara gibi, en olmadık zamanlarda keserdin nefesimi. Kızardım sana ama, bırakamazdım seni. Sevgilinin göğsünde kalırdın sevgilim. Hayallerim sönmesin diye, sıkıca bağlanırdım sana. Ah eğer son kez öpebilseydim seni , ezberlerdim dudak kıvrımlarını. Sana kızmıyorum, kızamıyorum. Kızdığım sadece aynalar. Her baktığımda, yüzünü görüyorum. Sahi, çok mu aynıydık biz seninle? Yüzlerimiz değil ama fikirlerimiz benziyordu. O yüzden mi gittin koca adam? Kokunu özlüyorum, sesinin rengini, en sevdiğim renkti sesin. Lacivert! Gece gibi, hayal gibi, yumaşacık lacivert. Çocuğuna bakar gibi bakan gözlerini özlüyorum. Derin, anlamlı, yemyeşil bir bahçeyi önüme süren gözlerini. Şimdi çocuksu düşlerimin hepsi yerini bir çocuğun ağlayışına bıraktı... Hıçkıra hıçkıra, cenin şeklini alıp, ağlayan bir çocuk. Sevmezsin sen çocukları bilirim. Sevgilim... Birlikte terlemeyi bıraktığımız o günden beri, nefesin yok.
Sesin yok.
Lacivert yok.
Gece yok.
Hayal yok.
Bahçelerimde yok.
Sen yoksun.
Yatak yok.
Aşk yok.
Dudakların yok.
Kokun yok.
Gülüşlerimiz yok.
Kavgalarımız yok.
Hayal yok.
Gelecek yok.
Güneş yok.
Ve ben nefesini çok özledim.

21.9.11
CansuBulut