31 Ekim 2012 Çarşamba

Sevgi

Eğer ondan mutluluğu çizmesini isteseydim, beni çizerdi...
Oysa benim için mutluluk onun aynadaki yansımasından ibaretti.

Bir kış mevsiminde çıktı karşıma...
Bir kış gecesi... Siz hiç gece vakti güneş gördünüz mü? Kocaman bir ışık huzmesi gibiydi... Beni yörüngesine alıyor, onunla birlikte aynı yörüngede akıp gidiyordum. İçimi ısıtıyordu. Daha önce içimi bu denli ısıtan bir güneş görmemiştim. Daha önce bedenimi bu denli yakından kavuran, beni susuz bırakan bir nesne görmemiştim yeryüzünde. Ve ben sanırım daha önce hiç güneş görmemiştim... Kalbim acıyordu, durdurmak istiyordum kendimi, bu atışları. Beynimi yerinden söküp atmak istiyordum. İçim sıcacık, dudaklarım susuzdu...
Dokunuyordu,
Acıtmadan... İçime, dışıma, mahrem yerlerime; Kalbime dokunuyordu. Farkında değildi, yarınıma, bugünüme, dünüme, geleceğime, mideme dokunduğunun. Nasılda seviyordum onu, nasılda kadınlaşıyordum ona her baktığımda. Küçücük bedenim devleşiyordu, sesim büyüyor, gözlerim parlıyor, saçlarım ışıldıyordu. Onu tanımadan önce kendimi kadın sanışlarıma kızıyordum, onu tanımadan önce minicik bir kız çocuğu olduğumu göremeyişime kızıyordum.
Mevsimler geçiyor, mevsimler geçtikçe daha çok seviyordum onu. Aşk dudaklarımda, tenimde, yüreğimde ve yaşamımın her yerindeydi. Aşkla dans ediyordum. Aşk belimden kavrıyor, saçlarımı savuruyordu. Ayaklarımı hissetmiyordum.
Hayat akıp gidiyordu, ben de gidiyordum, günler de. Hiçbir şey durmuyordu yerinde, hiçbir şey olduğu yerde ve sabit kalamıyordu. İnsanlar ölüyordu, insanlar doğuyordu, güneş batıyor, ay doğuyordu. Birileri bir yerlerde kavga edip ayrılıyor, birileri bir yerlerde aşık oluyordu. Her şey değişiyordu... Gidiyordu... Şehirler, evler , otobüs durakları... Hepsi gidiyordu. Bir o kalıyordu geriye. Yerli yerinde, olanca sevgisiyle, olanca sevgimle...Öylesine işlemişti ki içime, öylesine bedenimdeydi ki, dünyanın en güzel sevişmesi bile az kalıyordu. Yüreği yüreğime giriyordu. Yüreği yüreğime bütün olunca, bedeni bedenim oluyordu.
Seviyordum.
Kendimi kırarak, canımı acıtarak, içimi kanırtarak, hayallerimi doyurarak, gülerek, kahkahalara boğularak seviyordum. Hiç bitmeyecek gibi, hep varmış gibi...
Suyu sevdiğim gibi seviyordum onu. Onsuz yapamıyordum. Elimi, kolumu sevdiğim gibi seviyordum onu... Bedenim gibi. Benim gibi...
Yüreği hep yüreğimde gibi.

-bulut

22 Ekim 2012 Pazartesi

Yok oluş

Kelimelerin içimdeki yansıması , bedenime yayılışı ve oradan çıkıp yüreğime saplanışı arasında bir tatlı su balığının su yüzeyine çıkıp nefes alışı kadar kısa bir mesafe var. Bir kirpik boyu yol alıyor hislerim yüreğimi acıtmadan önce. Bir kirpiğin reflekslere dayanarak kıpırdanışı kadar hafif, sonsuza kadar asla kıpırdamayacağını bilecek kadar hüzünlü benim hikayem...

Ne zaman başladı ruhumun bu hastalığı? Ne zaman başladı dur durak demeden beynimin her kıvrımını acıtan düşüncelerim ? Yaralarımı görmeye ne zaman başladım da onlara böylesine sırt çevirmeye programlandı kalbim? Bilmiyorum... Tek bildiğim, hayatla gerçek, gerçekle hayal arasında bir yerlerde kendi evrenimi yarattığım. Tek bildiğim henüz çok küçükken ellerimi yukarı kaldırıp, direnişim. Tek bildiğim, bildiklerim kadar güçsüz olduğum.

Müziğin sesini duyuyor musunuz? Sonsuza kadar açık sesinin yüksekliği kulaklarımı tırmalıyor. Daha önce hiç duymadığım bir tür çalıyor kulaklarımda. Bağırışlar, kavgalar, kahkahalar, küçük sürprizler, mutluluklar, gözyaşları, heyecan, acı, rahatlama... Uysallık ve direniş. Hepsini harmanlayıp, kulaklarımın içine doldurmuşlar sanki. Müzik hiç kapanmıyor, o kulaklarımda hep çalıyor... Bazen kendimi kaptırıp dans ederken buluyorum bedenimi... Gittikçe hızlanıyor. Ellerim ayaklarım birbirine dolanıyor. Yok oluyorum... Uzay boşluğunda dans ediyorum, gidiyorum, ama sonu yok... Gidiyorum, ama nereye gittiğimi bilmiyorum. Ruhumun gıdası değil bu... Ruhum aç, bedenim yorgun...


Bacaklarımı karnımı çekerek ağlamaya, düşünmeye başlayalı çok oldu. Ana rahminde aldığım cenin pozisyonu bir dejavu gibi her gün, her an ve her saat benimle birlikte. Ama ana rahmindeki kadar güçlü değilim. Nerede kesildi kordon bağlarım? Nerede kesildi nefes alışım? Küçücük bir su birikintisi içindeyim, o su birikintisinin içinde fırtınalar kopardığım sanılıyor... Oysa ben boğuluyorum, kimse görmüyor.


Mutluluk...
Tadı damağımda olan tek şey sanırım. Aynı özgürlük gibi. Bulunca kaybedilen şeylerden, sahip olunca yitirilen şeylerden biri. Yitirmemek için tırnaklarımı geçirdiğim, tırnaklarımla zarar verdiğim, kanattığım, yaralar açtığım şey. Mutluluk ! Benim mutluluğum.... Ve içimde gittikçe yükselen aşk... Benim aşkım...


Sürükleniyorum.
Nereye olduğunun bir önemi yok. Küllerinden doğmak benim için fazla cüretkar bir cümle olurdu... Biliyorum. Ancak neden her seferinde yeniden doğuyorum? Neden her seferinde sıfır noktasından yükseliyorum? Ve neden her seferinde bulutlardan, sıfır noktasına çarpıyorum? Çarptıkça kırılıyorum, kanıyorum.



Sağduyumu ve kontrol mekanizmamı yavaş yavaş kaybediyorum...
İç ve dış etkenler beni yok ediyor. Bir oksijen tüpünün içindeyim. Nefes alamıyorum. Benim için yapılacak hiçbir şey yok...

Yok oluyorum...

Bulut.