31 Temmuz 2012 Salı

Büyük Sevgiler

Sevmek, fiilen ve manen insanın kendisini en iyi hissetmesine yardımcı olan şey sanırım. Bütün yaraları onaran, bütün kırgınlıkları ve tükenişleri ortadan kaldıran tek şey hatta. Düşünüyorum da , büyük şehirlerde daha farklı seviyor insanlar. Daha farklı bağlanıyor ve daha farklı görüyor karşısındakini. Doğuyla batının farklı bir sentezini oluşturuyor buralarda insanlar. Puta tapıcılık bağnazlık sayılıyorken ve kendilerinden başka hiçbir değere , hiçbir maddeye çok fazla bağlanmayacaklarını iddia ediyorlarken karşılarına sevebilecekleri ölçüde biri çıktığı vakit, bütün değerlerinden vazgeçip adeta tapıyor ve bütün benliklerini feda edebiliyorlar. Bir çok sosyolojik araştırmaya göre bunun tam tersi savunulsa da , yani büyük şehirlerde yaşayan insanların sevgiye ve aşka hatta aile hayatına pek önem verilmediği saptansa da benim için tam tersi yönde işliyor bu görüş. Çünkü büyük şehirlerdeki insanlar daha da muhtaç kalıyorlar sevgiye... Ailelerinden, çevrelerinden ve tüm hayatlarından onları soyutlayabilecek tek güç karşı cinse duyulan açlık ve bu açlığın doğurduğu aşk oluyor çünkü. Yaşadıkları toplumun bütün yüklerini omuzlamışken, doğallıktan ve insanlıktan bir o kadar uzak hayatlar yaşarken, küçük toplumların, küçük şehirlerin sıcaklığını hiçbir zaman duyumsayamıyorken, en küçük bir sıcaklıkta kendilerini klimanın koynuna bırakırlarken , dağıtıp bölüştürmeleri gereken sevgiyi tek bir kişiye veriyorlar. Aşktan bahsediyorum ancak. Gerçek aşktan. İçinde aldatmanın, gönül eğlendirmenin, arkadan iş çevirmenin olmadığı, kıyamama dürtüsünün ağır bastığı gerçek aşklardan... Ve bu başlık altında bakarsak eğer gerçekten de farklı seviyor bu şehirdeki insanlar... Çünkü onların gece uyurken ellerini tutacak, büyük anlaşmalara, büyük imzalara adım atarken "ben varım" misyonunu yüklenecek kişilere ihtiyaçları oluyor. Onları en az onlar kadar anlayabilecek, onları tek değil çift hissettirebilecek, bu çiftlikten tekliği doğurabilecek  güzel ve güçlü kalpler istiyorlar. Komşuluk kavramının pek olmadığı bu şehirlerde insanlar sabahları bütün gülümsemelerini aşık oldukları kişilere, bütün denilmemiş günaydınlarını tek bir bedene, bütün çay kahve molalarını yüreklerindekine saklamak istiyorlar. Tekleştirmiyor büyük şehirdeki insanlar... Aile yapıyor karşısındakini, komşu, eş , dost, akraba , anne , baba , kardeş yapıyor. En iyi arkadaşı oluyor o onun. Saflıktan ve masumluktan bi hayli uzak olan bu kalabalık şehirlerde, gerçek aşkı buldukları an daha farklı seviyor bu güzel insanlar.
Çok çabuk unutuyor, çok çabuk seviyor, belki çok çabuk vazgeçiyorlar ama kabahat değil onlarınki... Onlar öyle çok yükleniyorlarki karşılarındakine, öyle çok sahipleniyorlar ki onu, dünyayı sırtında taşıyan Atlas'ın savaşı dahi daha hafif kalıyor onların yüklerinin yanında... Küçük dünyalardakiler daha mutlu ve daha çok şeye , daha çok sevgiye sahiplerken, büyük şehirlerdeki insanlar ceplerini doldurdukça tek bir kişiye kanıtlıyorlar sevgilerini... Daha fazla muhtaç oluyor, daha fazla sığınıyorlar çünkü. Küçük şehirlerin büyük çevreleri, büyük sorumlulukları, daha fazla akrabaları oldukları için paylaşma kelimesi onların doğalarından geliyor. Ancak büyük şehirdekiler yalnızca istedikleri için paylaşıyorlar bir şeyi. Yalnızca paylaşmaya muhtaç oldukları için belki de.
Kim ne derse desin, güzel seviyor büyük şehirdeki insanlar. Sımsıkı seviyor, sımsıkı sarılıyorlar karşılarındakine.
Aşkın bütün zerreciklerini yüreklerinde hissetmeyi istiyorlar ve nedense bu cinsellik başlığı altında incelendiğinde hor görülüyorlar. Seviyor buradaki insanlar, bedenlerini bedenlerle birleştirmeyi... Beyinlerindeki özgür kuşlar güle oynaya cıvıldaşırlarken bir kadın bir adamı cezbediyor çünkü. Bir kadın bir adamı cezbederken, açlık doğuyor çünkü. Hızlı yemeği seviyor buradaki insanlar... Hızlı ama tat verircesine...

Güzel seviyor büyük şehirlerin büyük abileri...
Büyük şehirlerin büyük hanımefendileri...
Büyük şehirlerin küçük kadınları ve adamları.


Ve ben, nerede bir büyük adam görsem bilirim çok sevdiğini,
Büyük şehirlerin büyük tasalarının arasında büyük sevgilerin olduğunu bilirim.
Bilirim büyük sevgilerin kıymetini... Ve geleceğini...
Büyük sevgilerin asla tükenmeyeceğini...
-bulut

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Kırgınlık

Aslında şuanda farkında olmadan dünyanın en berbat hislerini okuyorsunuz. Ve elbette ki kelimelerine, cümlelerine dahi sansür uygulayan bir insanım artık. Bir ağız dolusu küfür biriktiriyorum ağzımda, ancak dile getirmeden yutuyorum onları. İnsan hep mi böyle olur kırgın olduğunda? Hep mi yutar kelimelerini? Bu kaçıncı kez susuşumuz acaba... Kaçıncı kez bir şeylerin üzerine peri tozları yağışını bekleyişimiz?  Daha kaç kere daha mucizeler bekleyeceğiz her şeyin mükemmel olması için?

Belki ben fazla mükemmelliyetçiyimdir, belki ben küçük cümleleri, küçük bakışları ve bu dünyada beni küçücük hissettirecek hiçbir şeyi kabul etmiyorumdur. Ve bunların hepsini sorun olarak gören bir ben varımdır. Ve sanırım sadece ben varım.

Düşünüyorum. Başkalarının kurarken düşünmediği cümleleri düşünüyorum. Fütursuzca ağızlarından çıkan, nereye,  ne şekilde ve hangi şiddetle gideceğini bilmedikleri ve düşünmedikleri cümlelerin içimde yarattığı o derin boşluğu düşünüyorum. Ve o boşluk öylesine derin, öylesine hafif ve bir o kadar da şiddetli açılıyor ki içimde... Dışarıdan bakıldığında küçük,anlamsız, ancak içine girdiğinde büyük ve can acıtıcı. Küçük şeyler de mide bulandırmaz mı zaten? Küçük şeyler büyüyerek acıtmaz mı insanın içini? Küçük şeyler, büyük sorunlara gebe değil midir?

İnsanlar diyorum, insanlar... Neden herkesin farklı olabileceğini ve buna saygı duymaları gerektiğini hiç düşünmüyor şayet düşünüyorlarsa neden buna uygun olarak konuşmuyorlar? Mütemadiyen bir boşluk açılıyor içimde... Dolduramadığım bir boşluk geliyor, bir yumru gibi boğazıma saplanıyor. Gözlerimi dolduruyor. Küçücük bir cümle, beni sırtına alıp farklı farklı şeyler düşündürüyor. İçimi deşiyor. İnancımı zayıflatıyor.

Yorgunum... Küçük şeylerle uğraşamayacak kadar yorgun zira küçük şeylerin içimi acıtmasına izin verecek kadar da aşık. Bir başkasının, benim gözümde tamamen başkasının kurduğu bir cümle neden etkiliyor beni böylesine bilemiyorum. Haddi olmayan insanların, had bildirme yarışında galip gelmek mi hazmedemediğim? Yoksa susuşlarımın vicdanı mı bu yaptığım ? Neden bu kadar değiştim? Neden bu kadar sessiz ve durağanım? Sahi, bu aynada gördüğüm bensem eğer, içimdeki kim?

İçimi deşiyorlar. İnsanlar zaten hep içimi deşiyorlar. Ben mutlu olduğumda geliyorlar, mutluluğumu alıp gidiyorlar. Ve bunu farkında olmadan, bilinçsizce yapıyorlar. Nasıl bir bilinçsizlik bu? Bir insan bir insanı kırmayı nasıl bu kadar kolay becerebilir? Ya da bir insan, sıradan bir cümleden nasıl bu denli etkilenebilir?


İleriyi düşünüyorum. Uzun zaman sonraları... Uzun ve gidilmeyi beklenen yolları. Karşıma hep bir cümle çıkıyor. Sahibinin ağzından izinsizce ve günahkarca çıkan bir cümle bütün hayallerimin ortasında bana gülümsüyor.

Sormayın o cümleyi...
Bir cümle işte. Bu kadar mühim mi? Beni kırmış olması, beni üzmüş olması, içimi deşip geçmiş olması yetmez mi?

Biliyor musunuz, bizim buralarda insanlar çok çabuk unutuyor...
Çok çabuk üstünü kapatıyor.
Her şeyin.
Bazen büyük kavgaların bazense küçük ama aslında büyük cümlelerin...
Her şey unutuluyor.
Ama o kırgınlık, o an hissettiklerim hep kalıyor.
Hiç gitmiyor.
Gitmiyor.

-bulut

20 Temmuz 2012 Cuma

Kitap ve Huzur

Bir süredir tek uğraşım kitap okumak. Bunun dışında arada bir dışarı çıkıp kahve içmek dışında yaptığım hiçbir şey yok henüz. Yıllardır okurum ben, gerçek bir kitap tutkunu olduğumu da çok iyi bilirim. Ancak son bir kaç gündür, kafamı kitaplardan kaldırmadığımı farkettim. Bu bazen insana keyif verebiliyor zira beyniniz fazlasıyla dolmamışsa. Okuduğu kitaplardaki karakterleri gerçek sanan kişilerdenim ben. Onların gerçekten var olduğuna inandığım andan itibaren, hikaye daha gerçekçi ve bir o kadar da ilgi çekici oluyor benim için. Kitap okumayı sevmeyenler, bu sözlerimi anlamayabilir. Ancak kitap okuma tutkusu, dünyadaki bir çok tutkuyla eş değer benim için. Bir insan var, oturup kafasının içindekileri, hayal gücünü, cümlelerini, noktalama işaretlerini yazıyor, bir nevi sırlarını aktarıyor, ve bu sırrı yalnızca o kitabı okuyanlar biliyor. Okumayanların asla bilemeyeceği türden bir sır bu. Biliyorum ki bir çoğunuz klişe cümlelerin ardına sığınıp " iki kişinin bildiği sır değildir" diyecek. Zararı yok. Ancak benim için her şey tam tersi işte. Dünyanın bir ucundaki bir yazarın, kelimelerini okuyorum ve onun ne denli zeki olduğunu, beni ne derece etkilediğini düşünüyorum. Ve o bunları henüz bilmiyor. Bir insanın en büyük başarısı bu olsa gerek.

Henüz hiçbir kitapta hayatımı değiştiren o cümleyle karşılaşamadım. Hiçbir kitap da hayatımı değiştirmeme yardımcı olamadı. Hiçbir karakteri haddinden fazla sevmedim ve hiçbirinde kendimi göremedim. Ancak ilk kitap okumaya başladığım yıllardan itibaren, binlerce hikayeye ve hayata tanıklık ettim.

İçinde olduğum şehirden,evden, sorunlardan ve hayatımdan kilometrelerce uzaklara gittim bu sayede. Hiç bilmediğim kültürlerin içinde yaşadım, hiç bilmediğim kişilerin odalarına girdim, sırlarını öğrendim.

Ve ben onları bu kadar iyi tanırken onlar benim varlığımı hiç bilmediler.
Bundan daha gizemli ve daha heycan verici bir şey daha var mı?
Ben kimisinin büyüyüşüne tanıklık ettim, kimisinin ölümüne...
Bunun verdiği hazzı ve o tuhaf duyguları anlamak birçok kişi için güç olabilir yadsıyamam bunu.
Ama hayatın bu yönünü bilmek ve daha binlerce kitap okuyacağımı bilmek garip bir his benim için.

İnsanların, evleriyle, aşklarıyla, maddi değerlerle ölçülebilecek eşyalarıyla gösteriş yaptığı bu zamanlarda, kitaplarımla ve bu alışkanlığımla övünmemin hiçbir zararının olmadığını düşünüyorum ve bu yüzden olsa gerek, bu konuda konuşmayı her şeyden daha çok sevmeye başladım.

İnsanların cepleriyle, çantalarıyla ve hayatlarıyla kendilerini bu denli üstün görmeye başladıkları bu zamanlarda, bildiğim, gördüğüm, okuduğum , tanık olduğum bu hayatlarla kendimi zaten yeterince üstün görüyorum ben.
Ve böyle yaşamayı seviyorum.
Kimilerine küçük gözüken bu mutluluğu çok seviyorum.

-bulut

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Bazen Kaybetmek de Huzur verir

Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az arkadaşı olduğunu anladığı zaman insan, büyüdüğünü de yavaş yavaş kabul ediyor sanırım. Herkes bir yerlere savurulurken -ve savrulabilmek için bu kadar acele ederken- hayatın bütün saçmalıklarının ne kadar da yakınında olduğunu görebiliyor. Çok değil, bundan bir kaç sene evvel arkadaşlarım olmadan hiçbir şey yapamayacağıma inanırdım. Ciddi anlamda hiçbir şey yapamamaktan bahsediyorum, bir kafede oturamaz, alışverişe çıkamaz, kuaföre gidemez, kitap seçemez, film izleyemez, dışarıda yemek yiyemez... Buna öylesine inanıyormuşum ve kendimi korkutuyormuşum  ki... Halbuki  bir süredir bunların çoğunu kendi başıma yapmaktan büyük keyif aldığımı gördüm son zamanlarda. Ama yine de itiraf etmem gereken bir şey var ki, kız arkadaşlar her şeydir...

Ancak bu sayı giderek azaldığında ve sizin dost bildiğiniz kişilerle aranızdaki bağlarınız zayıfladığında içinizde garip bir burukluk olur. Eminim ki bu hissi hayatınız boyunca en az bir kez tatmışsınızdır. Tabi eğer mükemmel değilseniz...

Ben mükemmel olmayan insanlardanım. Daha doğrusu, sıradan insanlardan. Yanlış yapmaktan çekinmeyen, insanların yanlışlarını da hazmedemeyen insanlardan. Daha doğrusu, karşındaki kişinin kendisine zarar vermesini kabullenemeyen insanlardan.
Bu yüzden de başım birçok kez ağrıyor tabii. Son bir kaç gündür gördüm ki, kimseyi düşünmemek ve herkesi kendi pisliğinde bırakmak en doğrusuymuş. Eğer birine acırsan, acınacak hale düşebiliyormuşsun. Çünkü bu son olay bende bir çok duyguyu öldürdü. Arkadaşlığı hayattaki birçok duygunun önüne koyan bir kişiydim ben, arkadaşlar önemli ve vazgeçilmezdi... Hayatın benim sandığım kadar beyaz olmadığını gördüğümde henüz çok küçüktüm evet, ancak inatla herkesin, en azından benim çevremin, masum kişilerden oluştuğuna inanırdım. Masumiyet, lise sıralarından bir süre sonra kaybedilen bir şeymiş halbuki... Bunu öğrenmek biraz canımı acıttı kabul ediyorum. Başlarda inanmak istemedim, inanmaya başladığım sıralarda ise herkesin yapması gereken şeyleri yaptım... Kendimi bir an bile düşünmeden , yalnızca karşımdakini düşünerek hareket ettim. Sonuç? suçlamalar,hatayı kabullenmeme, her şeyden seni sorumlu tutulma... Ve yıllar geçmesine rağmen henüz kabuk tutmamış yaralarına bile isteye tuz basılmasını görme... Gözyaşları... Kin... Nankörlük...

Yani sizin anlayacağınız hayatımdan bir kişi daha eksildi. Ve yıllar geçtikçe, bu sayı öyle hızlı artıyorki... Bir süre sonra bunu kendi kendine yaptığı anları da görebiliyor insan. Sanırım az insan çok huzur cümlesine yavaş yavaş ısınmaya başlıyorum. Ve daha da önemlisi, "iyilik yap,denize at, balık bilmesin" sözüne...

Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim.
Pişmanlık benim için çok üst makamda olan bir duygu... Heleki doğru olduğuna inandığım ve birine yardım ettiğime inandığım şeyler için hiç pişman olmadım. Olmayacağımda.

Hayat bir elimin parmakları kadar yani...
Ailem,sevgilim,ve bir - iki dostum...
Ve şunu biliyorum ki, bazen kaybetmek de huzur verebiliyor...
Sorunlardan, saçmalıklardan uzakta olmak insanı mutlu edebiliyor...


-bulut