30 Nisan 2012 Pazartesi

Her şey

Beni uğurlarken içim gitmişti...
Telaşlıydı biraz ama anlayamamıştım.
Yaklaşık 7 saatin sonunda sevgilimi geride , İzmir'de bırakıp Eskişehir'e ulaştım.
Eve girdiğimde yatağımın üstünde bu notu ve kalpli bir çikolatayı buldum...
Bir de en sevdiğimden Kinder sürpriz...
Çok  basit görünen ancak benim için çok anlamlı ve gözlerimi dolduran bir şeydi bu.
Bunu düşünebilmesi, ondan ayrıldığım için mutsuz olduğumu hissedip birazda olsa yüzümü güldürebilmek için bunu yapabilmesi...
Çok özeldi...
Nasılda alışmıştım 12 gündür ona, nasılda mutluydum onun koynunda ve  kollarında.
Onu çok seviyorum...
Ve aşkın ne olduğunu anlıyorum.
Eğer hayatınızda "iyiki var" dediğiniz en az biri varsa, ve ona koşulsuz şartsız aşıksanız, sımsıkı sarılın ona... Bırakmayın. 

Eğer sevgilinizle aynı şehirde nefes alıyorsanız, ertelemeyin onu, bırakın günlük yaşantılarınızı,zorunluluklarınızı... Ailenizden sonra en önemli şey sevdiğiniz insan... Her gün daha çok sarılın ona, her gün daha içten sarılın. Sıkılmayın görüşmekten. Eğer birbirinizi özlemeniz gerekirse ve bu süre bazen uzun sürerse anlarsınız benim demek istediklerimi...

Yüreğinize iyi bakın.
Hele ki yüreğinizin içinde dolu dolu yaşattığınız biri varsa...
 Sevin.
Sevmek özel...
Aşk özel...

-Sana şuan sarılabilmek için neler vermezdim sevgilim...
Şuan sana sarılıp derin bir uyku çekmek için neler vermezdim...
yaklaşık 11 saattir kokundan uzaktayım...
Ellerin yok, sen yoksun, nefesin yok.
Bu şehir senden çok uzakta.
Ama sen hep yüreğimdesin.
Hep yüreğimin içindesin. Ve senin yerin hiç değişmeyecek...
Ne kadar uzak olursan ol, ne kadar uzağa gidersem gideyim, sen benim kalbimsin.
Ve insan ne kadar isterse istesin kalbinden uzaklaşamaz...
Seni çok seviyorum.

Cansubulut
30nisan2012

29 Nisan 2012 Pazar

Aşk


Bazen o kadar çok seviyorsun ki...
Her gün ve her saat yanında olmasını isteyebiliyorsun, onun kollarındaki huzuru en son annenin kollarında bulduğunu iddia edebiliyorsun , geçmişi düşünmüyorsun, geçmiş sadece -miş'li zamanlardan ibaret olabiliyor...

Değişiyorsun örneğin.
Ama körü körüne , köklü bir değişim değil bu. Karşındakinin seni olduğun gibi kabul ettiğini biliyorsun ve çok keskin tabularını yıkabiliyorsun.
O mutlu olsun diye kimi zaman değer yargılarını törpüleyebiliyorsun.
Önceden kabullenemeyeceğin , çekip gideceğin her şeye daha yumuşak bakabiliyorsun.
Çünkü biliyorsunki, gururunu incitmiyor karşındaki...

Daha da güçlü hissediyorsun kendini,
Her gün yeni bir güne onun varlığıyla uyandığında , her gün yüreğinin içindeki o kıpırtıları hiç eksilmeden -ve hatta artmış olarak-hissettiğinde  kendini hem yeni doğan bir canlı gibi hem de asırları devirmiş bir ihtiyar gibi görüyorsun.

Bakışların bile değişiyor,
Huzurlu ve düşünceli bakıyor gözlerin. Acı çekmeyi unutmuş, mutluluğun doruklarını tatmış gibi...

Bir öpücüğün o saniyeyi durdurabildiğini görüyorsun.
Daha ilk öpücükte anlıyorsun bunu.

İlklerini sorgulamıyorsun, çünkü o zaten iliklerine kadar hissettiriyor kendisini.

Eylemlerin değil de, duygularının ilkini hissedebiliyorsun onun bedeninde.

Gözlerini her sabah yeniden açtığında, onun varlığına şükrediyorsun.
Eskisinden daha az yazıyorsun belki, eskisinden daha az okuyor ve izliyorsun...
Ama onun varlığı öylesine doldurmuş ki hayatını, bunlardan şikayet etmiyorsun.

Mesafelerle savaşmayı öğretiyor sana ,
Mesafeleri yok edip tek vücut olduğunda ise aşkla sevişmeyi öğretiyor.

Onun yanında uyanamadığın her sabah ,ve onun koynunda uyuyamadığın her gecenin hüznünü , onun ses tonuyla yumuşatabiliyorsun.

İnanmayı öğreniyorsun gün geçtikçe,
Kendine daha çok güveniyor, onu daha çok sahipleniyor ve ona daha çok güveniyorsun.

Güvenini hiç kırmıyor.
İnançlarını hiç sarsmıyor.
Seni bazen üzüyor, ama sonra tek bir kelimesiyle tekrar tekrar mutlu edebiliyor.

Bazen o kadar çok seviyorsun ki,
Günler,yıllar,aylar,saatler,saniyeler anlamını yitirebiliyor.

Üstüne titriyorsun onun,
Korkuyorsun ona bir şey olacak diye.
Çünkü biliyorsun ona bir şey olursa, yetim kalırsın...


Korkuyorsun gitmesinden...
Sonra öyle bir tutuyor ki ellerinden, emin oluyorsun.
o gitmiyor ve seviyor.

Daha da seviyor ve daha da bağlanıyorsun o ellere...
O ellerin kokusunu hiçbir şeye değişmeyeceğini, o bakışları, o ses tonunu, o teni, o kalbi hiç bir kimseye, ve hiçbir değere değişmeyeceğini biliyorsun.

Demem  o ki, bazen o kadar çok seviyorsun ki,
Onun dışında hiç kimse ve hiçbir olay umrun dahilinde olmuyor.


-Sevgilim, yüzümdeki gülümsemelerin sebebi...
Aşkın ne olduğunu bana hissettiren adam...
Korkmadan ve aslında çok korkarak yürüdüğüm bir yoldaki yol arkadaşım.
Seni çok seviyorum.
İyiki varsın...

Cansubulut
29.4.12

24 Nisan 2012 Salı

YÖK

YÖK ne zaman bir karar alsa, benim sinirlenmeme neden oluyor.
Hayır, sen git Sanat Tarihi bölümünü liselerde zorunlu ders yap, biz sevinelim, en azından bir iş olanağımız daha var diyelim,
Sonra git aldığın yeni bir kararla Fen-Edebiyat fakültelerinde  pedagojik formasyonu kaldır.
E şimdi Sanat tarihi dersi liselerde zorunlu, ve her lisede bu alandan öğretmen bulunmak zorunda, ancak o derslere giren öğretmenler biz değiliz.

Bizim alanlarımızdaki mezunlar için istihdam yok.
İşin garibi istihdam yaratacak devlet büyükleri (!) de yok.

.ve  bu durumu yaşayan binlerce fen-edebiyat fakültesi öğrencisi var.

Yeni tercih yapacak olanlara tek tavsiyem; Özel sektöre odaklanın. Başka türlü mutlu olamazsınız. Öğrencilik sürecinizde burnunuzdan gelir, hayallerinizde yerle bir olur. Yök’ün aldığı her yeni karar sizi sinir hastası yapabilir. 


Dipnot: ben zevk aldığım için Sanat tarihini seçmiştim. Gerçekten keyif aldığım ve beni mutlu eden bir alan. Ancak şuan anlıyorum ki, zevk alan ben değilim Yök. 

8 Nisan 2012 Pazar

Sonra...

Yazdım.
Hep yazdım. Okumayı ve yazmayı öğrendiğim ilk günden beri, sonsuz hisler gönderdim gökyüzüne. Ailemi yazdım, en yakın arkadaşımı yazdım, hislerimi yazdım. İlk aşkımı, ilk dokunuşumu, ilk heycanlarımı yazdım.

Ağladım.
Yazdıklarıma ağladım. Yaşadıklarıma ağladım. Ailemi kaybedişime ağladım. Yalnızlığıma, çaresizliğime, arada kalışlarıma ağladım.

Güldüm.
Ağlayışlarıma güldüm. Yaşadıklarıma ve aileme güldüm. Çaresiz hissettiğim her anımı hatırlayıp, kahkahalarla güldüm.

Kaybettim.
Kendimi kaybettim. Sevgilimi, onurumu, gururumu, çocukluğumu kaybettim.

Yittim.
Gittim. Bittim.



Sonra bir gün...
O geldi. Ne de güzel geldi bir bilseniz. Yollar önünde secdeye geliyor, ruhum bulutlarda dolanıyordu.
Hep mi böylesine coşkulu çarpıyordu kalbim yoksa o mu çarptırıyordu böylesine? Benim yorgun ve  dayanıksız kalbim dayanabilir miydi böylesi bir sevdaya? Korkmam gereksiz miydi, yoksa korkularım önemli miydi? Korkumun şiddetiyle paralel miydi yüreğimdeki bu sevgi?

Ağladım. Ama onun gelişine ağladım. Onu bu denli sevişime ağladım. Onu özlediğim için ağladım. Onun sevgisini yüreğimde hissettiğim için ağladım.
Güldüm.
Sevdama güldüm, beni mutlu edişlerine güldüm.

Yaşadım, onu ve kendimi. Onu ve bizi.

Gitmesin istedim, bitmesin istedim.

Mutlulukla ilk kez tanışıyormuşcasına coşkuluydu yüreğim...

O geldi, o hala gitmedi, o hala benim.
Ben onun.
Yarınlar bizim.

Sustum.
Çünkü yarınlar da bizim.

9.4.11

2 Nisan 2012 Pazartesi

İçimdeki Martılar


 Biraz tereddütlüydü kadın, evden çıkmadan hemen önce. Telaşlı adımlarla yürüdü ezbere bildiği yolları, yollar gittikçe uzuyor, gittikçe uzaklaşıyordu bulunduğu evrenden. Gidip bir şehrin, yüreğinin kıyısına oturdu. Ağır bir o kadarda telaşlı hareketlerle çantasından sigarasını çıkardı, ilk çektiği nefesle yüzü aydınlandı kadının. Şehrin en sevdiği yeri burasıydı işte, gözlerini kapadı, nerede olduğunu ve aslında ne olmak istediğini düşündü. Düşünceler acıtmıyordu canını. Boş gözlerle baktı içindeki denize. Martıları izledi, martıları sevdi gözleriyle. Simit verdi onlara. Çocuklar gibi şendi. Ellerini çırpıyordu bu manzara karşısında. Kahkahaları gözyaşına dönüşüyordu. Sigarasından her nefes çekişinde, içini tarifi imkansız bir hüzün kapladı. Özlüyordu kadın. Öyle uzak ve öyle uzak iklimlerden gelmişti ki buraya... Özlüyordu kadın, hiç olmadığı kadar özlüyordu. Martıların denize her inişinde gözleri doluyordu, martıları izliyordu kadın umursamaz ama bir o kadarda telaşlı. Maviliklerde kaybolmayı arzuluyordu. Kaybolursa, yitip giderse, kaçarsa bulunduğu yerden, belki bulabilirdi aşık olduğu yüreği. Belki bulabilirdi içindeki denizi. Ve o denizde sevdiği , aşık olduğu adamla boğulabilirdi sevgiyle. Gözlerini açtı, kalktı, hızlı adımlarla yürüdü az önce geçtiği yolları, başlangıç noktasına geri döndü. Bu seferde  gidip bir ülkenin en sevdiği yerine oturdu. Elinde bir kadeh şarap, izledi tüm hayalini. Gözlerini kapadı, içinden aksanı bozuk şarkılar söylüyordu. Bir kulenin en tepesinden sevgi sözcükleri tükürdü dünyanın üzerine. Hiç bilmediği ama hayal edebildiği o ülkenin o şehrinde, o sokaklarında yürüdü elinde kadehiyle. Şarap midesini bulandırıyordu. Şarap içmeyi hiç sevmezdi de zaten. Burası en uzaktı onun için. Geldiği yolları düşündü, geride bıraktıklarını düşündü biraz acıyla. İçi sızladı. Özledi yine kadın, aşık olduğu adamı ve hayallerinin içindeki martıları özledi. Tekrar ait olduğu yere dönmek için açtı gözlerini. Bir şehri özlüyordu, bir şehrin içindeki bir adamı özlüyordu. Bir adamın içindeki yüreği özlüyordu. Özlediği şehrin içindeki özlediği sevgili kokusunu özlüyordu. Gözleri yaşlarla doldu, fısıldadı dudakları " ben görevimi yaptım sevgilim, tüm martıları besledim." Artık dayanamadığını farkettiği noktada, hıçkırıklara karıştı gözyaşları. Nasıl bu kadar sevebilmişti? Nasıl bu kadar aşık olabilmişti? Ve nasılda geride bırakabilmişti sevdiğini... Bütün yollara ucuz küfürler etti, bütün geliş gidişlere ağladı. Ağladı kadın, bir bankın üzerinde, içi acıya acıya , sigarasından nefesler çeke çeke ağladı. Birazda rimeli aktı. Birazda içi acıdı. Biraz da isyankardı.

"İnsan , içindeki sevgiyi kayebedemiyor. İnsan, onun yüzünü güldüren nedenleri unutup gidemiyor. İnsan , bir kez mucizelere inandı mı, mucizelerinden kopup gidemiyor. Sevgilim, dostum, annem, babam, abim, çok özledim seni. Sanki bir kez sarılsam geçecek gibi, sanki bir kez dokunsam kendime gelecekmişim gibi. Aramızdaki kilometrelere sende lanetler okuyorsun biliyorum, sende sevemedin onları. Sende kızgınsın o yollara en az benim kadar. Ama ben bugün seni hayal ettim, ama ben bugün bizi hayal ettim. Ben bugün oturdum bizi çok sevdim. Ben görevimi tamamladım sevgilim. Var olduğun için, ellerimi hiç bırakmadığın için, bana böylesine güzel bakabildiğin için, bana kendimi özel hissettirebildiğin için, seni bunca yüreğimde hissedebildiğim için şükrettim. Ve sen bana şükretmeyi öğreten adam, ben seni bugün çok özledim. "

Cansubulut.
02.04.2012