8 Nisan 2012 Pazar

Sonra...

Yazdım.
Hep yazdım. Okumayı ve yazmayı öğrendiğim ilk günden beri, sonsuz hisler gönderdim gökyüzüne. Ailemi yazdım, en yakın arkadaşımı yazdım, hislerimi yazdım. İlk aşkımı, ilk dokunuşumu, ilk heycanlarımı yazdım.

Ağladım.
Yazdıklarıma ağladım. Yaşadıklarıma ağladım. Ailemi kaybedişime ağladım. Yalnızlığıma, çaresizliğime, arada kalışlarıma ağladım.

Güldüm.
Ağlayışlarıma güldüm. Yaşadıklarıma ve aileme güldüm. Çaresiz hissettiğim her anımı hatırlayıp, kahkahalarla güldüm.

Kaybettim.
Kendimi kaybettim. Sevgilimi, onurumu, gururumu, çocukluğumu kaybettim.

Yittim.
Gittim. Bittim.



Sonra bir gün...
O geldi. Ne de güzel geldi bir bilseniz. Yollar önünde secdeye geliyor, ruhum bulutlarda dolanıyordu.
Hep mi böylesine coşkulu çarpıyordu kalbim yoksa o mu çarptırıyordu böylesine? Benim yorgun ve  dayanıksız kalbim dayanabilir miydi böylesi bir sevdaya? Korkmam gereksiz miydi, yoksa korkularım önemli miydi? Korkumun şiddetiyle paralel miydi yüreğimdeki bu sevgi?

Ağladım. Ama onun gelişine ağladım. Onu bu denli sevişime ağladım. Onu özlediğim için ağladım. Onun sevgisini yüreğimde hissettiğim için ağladım.
Güldüm.
Sevdama güldüm, beni mutlu edişlerine güldüm.

Yaşadım, onu ve kendimi. Onu ve bizi.

Gitmesin istedim, bitmesin istedim.

Mutlulukla ilk kez tanışıyormuşcasına coşkuluydu yüreğim...

O geldi, o hala gitmedi, o hala benim.
Ben onun.
Yarınlar bizim.

Sustum.
Çünkü yarınlar da bizim.

9.4.11

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder