30 Ocak 2014 Perşembe

Sessiz Çığlık


                                  


  Geliyordu işte. Bir odanın içinde çığlıklar yükseliyor ve beklenen misafir geliyordu. Kadının alnındaki kırışıklıkların üzerinden damla damla terler süzülüyor, ayak parmaklarından saç tellerine kadar sarsılan kadın, beklenen misafirine sarılıyordu. Hayır bu sefer aynı şey olmayacaktı. Ya da olabilir miydi? İçini kaplayan huzursuzluğa yenik düşen kadın, sesini perde perde yükselterek ağlıyordu. Sahi bu sefer aynı şey olmayacaktı değil mi? Ve işte, bir sancı. Ve daha büyük bir sancı. Ve dahi daha büyük… Beklenen an.

  Gözlerini yorgunlukla açtı kadın. Karnını yokladı. Kıpırdayacak hali dahi yoktu. Pencerenin önündeki beyaz güllere baktı uzun uzun. Tekrar gezdirdi gözlerini odada. Sesi de çıkmıyordu. Evet sesini duymuyordu kadın. Daha önce de duymamıştı. Nereye götürmüşlerdi? Daha önce de götürmüş ve geri getirmemişlerdi. Hayır bu sefer aynı şey olmayacaktı. Bir terslik vardı, hissediyordu. Çünkü bu duyguyu tanıyordu. Gözleri odanın içerisinde birini aradı. Oda neden bu kadar boştu? Ah bu sessizlik… Ah bu sessizlik adamı deli ederdi. Etmişti. Biliyordu.

   Hemen sonra var gücüyle bağırmaya başladı yorgunluğuna ve odanın sessizliğine inat. Sesi bedeninden dışarıya, uzay boşluğuna doğru bir daha yok olmamacasına süzülürken iki doktor odaya girdi.  Neden herkes ve her yer beyazdı? Ah bu beyaz… Ah bu beyaz insanı deli ederdi. Etmişti. Biliyordu. Odaya giren iki doktor kadının ellerini bağladı.  “ Sessiz ol, güvendesin “ dedi yaşça daha olgun görüneni. “Nerede? Nereye götürdünüz “ diye yanıtladı kadın. Diğer doktoru daha önce hiç görmemişti. Yüzü bembeyaz olan bu gence bakınca “ah bu beyaz” diye iç geçirdi. Doktor neden iğneyi hazırlıyordu? Yoksa yine mi? Yine mi aynı şey olmuştu? “Öldü mü” diye sordu kadın. Cevap aradı o yaşlı gözlerde. “Söyleyin öldü mü ” diye hıçkırıklar arasından boğuk sesle, bir yanıt dilendi kadın. Ah hayır, yine o iğne…

   Gözlerini kapadı. Çığlıklarını bastırmıştı bu iğne. Acılarını dindiriyordu bir nebze. Uyutacaktı da birazdan. Ama geçmiyordu işte. Bir iğne bebeğini alıp götürüyordu sanki her defasında. Hatta bir keresinde kocasını bile alıp götürmüştü, tam yedi yıl önce, beyaz güllerin çıktığı vakit. Sonrası; sakinleştiriciler, kar beyazı odalar… Belki biraz da uyku hapları.  Ama hep bir yalnızlık. Yüzündeki acı, odanın geldiği hal ve kadının tavrı  genç doktoru şaşırtmıştı. Hocasına baktı, gözlerindeki aşinalığa dayanarak bir neden aradı. Yaşlıca olan doktor hemen cevap vermedi bu bakışlara. Yerden kirlenmiş, eskimiş yastığı kaldırdı. Kadının yanına koydu. “Yastıklar ölemez,” dedi. Genç doktorun yüzündeki belirsizliğe aldırmadan devam etti, “hele ki son yedi yıldır her beşinci ayın on altısında doğan yastıklar hiç ölemez, merak etme alışırsın. Aslında o bile alıştı sayılır bakma“ . İki doktor da odadan çıktı. Pencerenin önünden içeriye sızan beyaz güllerin kokusu ve kadın odada yalnız kaldı.


bulut.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder