28 Mart 2012 Çarşamba

Çünkü Ben Onu Çok Özledim


Koskoca evrende, o kadar gezegenin, o kadar ülkenin, o kadar ırkın, o kadar insanın içinde ben onu bulmuştum... İkimizde aynı dili konuşuyor, ikimizde aynı kültürlerden geliyor, aynı şehrin aynı semtinde, aynı denize aşık oluyorduk. Olası bir karşılaşmanın, beklenen bir tesadüfün kurbanlarıydık. Birbirimize hiç benzemiyorduk, ama birbirimize benzediğimizi tekrar ediyorduk, hani o hep söylenen ama hiç anlaşılmayan yabancı şarkılar gibi... Yanlış telaffuz edilen sözcükler gibi. Gülüyorduk beraber, sevişiyorduk, seviyorduk, ama hiç beraber ağlamıyorduk. Acılarımızın ne olduğundan ve zayıf yönlerimizden hiç bahsetmiyorduk, en sevdiğimiz filmi söylüyor, en sevdiğimiz filmin en sevdiğimiz karakterlerine kendimizi sıkıştırmaya çalışıyorduk. En sevdiğimiz yazarın kitaplarını tartışıyor, ancak en sevdiğimiz cümleyi savunamıyorduk. En sevdiğimiz şairlerden bahsederken, hep iç hesaplaşmalarına kaçıyor, mesajlar vermeye çalışıyor, gün geçtikçe çocuklaşıyorduk.
Ama seviyordum onu, daha önce hiç sevmemişim gibi seviyordum. Gözlerindeki yeşil bahçelere gitmeyi istiyordum. O yeşil bahçelerin içinde saklı kalmayı, oradan hiç çıkmamayı düşlüyordum. Onun yemyeşil gözlerine bir yuva bir dünya kurmak istiyordum. Ama hep susuyordum... Ona ne zaman baksam gülümsüyor ve bunları düşlüyordum. Elimi tuttuğu zaman ellerim titriyor, yaşımdan utanıyordum. Aramızdaki yaş farkı korkutmuyordu beni, çünkü biliyordum, o bana sarıldığında bütün acılarım diniyordu. Bütün kaybolmuşluğum, bütün yitip gitmişliğim ve bütün çocukluğumu yeniyordum. Geçmişimde kaybettiğim, bir adamın üzüntüsü de olmuyordu içimde. Yıllar yıllar önce kaybettiğim ve "baba" diye seslendiğim adamın yenilgisini, onun bana gelişiyle kutluyor, elimdekileri zafer zannediyordum. Huzuru anlatmamı isteyen herkese saatlerce ondan bahsediyor, içinde bulunduğum durumu, hissettiğim tüm duyguları aşkla çarpıyordum. Ben onları aşkla çarptıkça kırılıyordum, ama bunu göremiyordum.
Sonra o gitti, sanki hiç yaşatmamış gibi, sanki beni çekip çıkarmamış gibi , sanki beni hiç mutlu etmemiş gibi gitti. Küçük düşüyordum, inciniyordum. Ama durdurmaya gücüm yoktu... Alışkındım bu gitmelere, ben hep oturuyordum, bir adam hep gidiyordu. Ben hep oturuyordum, ben hep ağlıyordum ve bir adam gidiyordu... Çocukluğumu ağlatıp, beni ağlatıp, içimi acıtıp gidiyordu. Sarıldığım ellerini alıp gidiyordu, dokunduğum tenini tenimden ayırıp gidiyordu, sevdiğini söyleyen dudaklarını alıp gidiyordu, yaşımı alıp gidiyordu,  gücümü alıp gidiyordu, yeşil bahçelerimi, kurduğum düşlerimi alıp gidiyordu. Baba diye sarıldığım tüm özelliklerini alıp gidiyordu benden. Bense yine yeniliyordum. Aynı yıllar önce olduğu gibi, bir adamın gidişini görüyor ve onu durduramıyordum. Kırılıp, paramparça oluyordum. Ama onlar hep gidiyordu. Ben onunla mutlu olmayı, anne olmayı düşlerken onlar gidiyordu işte... Daha önce olduğu gibi, kendi çocukluğumu büyüttüğüm gibi, olmayan çocuklarımı büyütüyordum onlar gittiğinde. Yıllar önce içimden tekrar ettiğim gibi, olmayan çocuklarıma, hayallerime fısıldıyordum, "baba şimdi gitti, ama geri gelecek, çünkü ben onu çok özledim" Ve aynı çocukluğumdaki gibi o hiç gelmiyordu... Babam gibi... Onlar da hep gidiyor, ama gelmiyordu. İçimdeki ışıkları birbir söndürüp, gidiyorlardı hem de. Hadi ben alışmıştım karanlığa, ben alışmıştım birinin ışıkları söndürüp beni karanlığa bırakıp gitmesine... Ben alışmıştım "baba" denen o olguyu kaybetmeye, ama içimdeki çocukları, hayallerimdeki çocukları, hayallerimi alıştıramıyordum bu duruma... Onlar hıçkırıyor, ağlıyor ve özlüyorlardı. Ben de özlüyordum, yeniliyordum... Ama bunu hayallerime anlatamıyordum. Hayallerimin ortasında bir mum yakıyor, içimi aydınlatıyor, ve gelecek günleri, olabilecek mutlulukları anlatıyordum onlara. Onlarda benim gibi inanmıyor ama alışıyorlardı, benim gibi tekrar ediyorlardı belki de. "Baba şimdi gitti ama gelecek, çünkü ben onu çok özledim. "

16.12.11
CansuBulut

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder