22 Ekim 2012 Pazartesi

Yok oluş

Kelimelerin içimdeki yansıması , bedenime yayılışı ve oradan çıkıp yüreğime saplanışı arasında bir tatlı su balığının su yüzeyine çıkıp nefes alışı kadar kısa bir mesafe var. Bir kirpik boyu yol alıyor hislerim yüreğimi acıtmadan önce. Bir kirpiğin reflekslere dayanarak kıpırdanışı kadar hafif, sonsuza kadar asla kıpırdamayacağını bilecek kadar hüzünlü benim hikayem...

Ne zaman başladı ruhumun bu hastalığı? Ne zaman başladı dur durak demeden beynimin her kıvrımını acıtan düşüncelerim ? Yaralarımı görmeye ne zaman başladım da onlara böylesine sırt çevirmeye programlandı kalbim? Bilmiyorum... Tek bildiğim, hayatla gerçek, gerçekle hayal arasında bir yerlerde kendi evrenimi yarattığım. Tek bildiğim henüz çok küçükken ellerimi yukarı kaldırıp, direnişim. Tek bildiğim, bildiklerim kadar güçsüz olduğum.

Müziğin sesini duyuyor musunuz? Sonsuza kadar açık sesinin yüksekliği kulaklarımı tırmalıyor. Daha önce hiç duymadığım bir tür çalıyor kulaklarımda. Bağırışlar, kavgalar, kahkahalar, küçük sürprizler, mutluluklar, gözyaşları, heyecan, acı, rahatlama... Uysallık ve direniş. Hepsini harmanlayıp, kulaklarımın içine doldurmuşlar sanki. Müzik hiç kapanmıyor, o kulaklarımda hep çalıyor... Bazen kendimi kaptırıp dans ederken buluyorum bedenimi... Gittikçe hızlanıyor. Ellerim ayaklarım birbirine dolanıyor. Yok oluyorum... Uzay boşluğunda dans ediyorum, gidiyorum, ama sonu yok... Gidiyorum, ama nereye gittiğimi bilmiyorum. Ruhumun gıdası değil bu... Ruhum aç, bedenim yorgun...


Bacaklarımı karnımı çekerek ağlamaya, düşünmeye başlayalı çok oldu. Ana rahminde aldığım cenin pozisyonu bir dejavu gibi her gün, her an ve her saat benimle birlikte. Ama ana rahmindeki kadar güçlü değilim. Nerede kesildi kordon bağlarım? Nerede kesildi nefes alışım? Küçücük bir su birikintisi içindeyim, o su birikintisinin içinde fırtınalar kopardığım sanılıyor... Oysa ben boğuluyorum, kimse görmüyor.


Mutluluk...
Tadı damağımda olan tek şey sanırım. Aynı özgürlük gibi. Bulunca kaybedilen şeylerden, sahip olunca yitirilen şeylerden biri. Yitirmemek için tırnaklarımı geçirdiğim, tırnaklarımla zarar verdiğim, kanattığım, yaralar açtığım şey. Mutluluk ! Benim mutluluğum.... Ve içimde gittikçe yükselen aşk... Benim aşkım...


Sürükleniyorum.
Nereye olduğunun bir önemi yok. Küllerinden doğmak benim için fazla cüretkar bir cümle olurdu... Biliyorum. Ancak neden her seferinde yeniden doğuyorum? Neden her seferinde sıfır noktasından yükseliyorum? Ve neden her seferinde bulutlardan, sıfır noktasına çarpıyorum? Çarptıkça kırılıyorum, kanıyorum.



Sağduyumu ve kontrol mekanizmamı yavaş yavaş kaybediyorum...
İç ve dış etkenler beni yok ediyor. Bir oksijen tüpünün içindeyim. Nefes alamıyorum. Benim için yapılacak hiçbir şey yok...

Yok oluyorum...

Bulut.


3 yorum:

  1. Harikasın bence :D Bende kitap yazıyorum ancak fantastik roman olarak bu işte iyi olan çok sınırlı insanlar tanıyorum ve sende onlardan birisin blog da bu işi en iyi şekilde yapan çok az insandan birisin <3

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tesekkur ederim cok :)) gercekten. Yureginizin guzelligi o. Siz de sevgi ve heycanla yazin, okutun.. Kaleminizdaim olsun. Sevgiyle..

      Sil